“Sevr’i yırtıp attık, Anadolu’yu düşmanlardan temizledik. Yumruğumuzu vurarak Lozan’ı imzalattık, devletimizi tescil ettirdik. Bu sebeple Sevr hezimettir, Lozan ise mukayese kabul etmeyen zaferdir.”
Bu sözler uzun senelerdir bizlere talim edilen ve bunun da ötesine geçip âdeta ezberlemek zorunda bırakılan bilgiler. Hatta tam manasıyla ifadeler şu şekildedir: “Ankara hükûmeti, Sevr’i asla kabul etmeyip yırtıp atmış ve Padişaha rağmen yedi düveli yurttan kovarak, Lozan’da şerefli barış muahedesi imzalayarak hürriyetini ilan etmiştir.”
Gerçi artık birçok kesim tarafından bu ifadeler resmî kaynaklarla karşılaştırıldığında trajikomik olarak kabul edilse de yakın bir zamana kadar bunun tartışılması bile mevzubahis değildi. Çünkü bu, yeni kurulan rejiminin kabul görmesi için ortaya konulan Kemalist inanışın manifestosuydu. Aksi bir durum söz konusu olduğunda ise rejimin inkâra uğrayacağı ve yıkılacağı düşünülüyordu. Bunun için kraldan çok kralcı gözüken rejim muhafızları için Cumhuriyet’i yüceltebilmenin yolu, Sevr bahanesiyle padişahı ve Osmanlı Devleti’ni tarihe geri çıkmamacasına gömmekten geçiyordu.
Bu sadece Türkiye için geçerli değildi elbette. O devirde birçok ülkede bu tarz harekete rastlamak mümkün. Ayrıca tarih boyunca da bu şekilde olagelmiştir. Çünkü yeni rejim, kendisini sağlama almak adına eski rejimi olabildiğince kötülemek ve gömmek zorundadır. Burada da buna benzer bir durum yaşanmıştır.
Maalesef Osmanlı İmparatorluğu’nun Sevr Muahedesi’ni sorgusuz sualsiz kabul ettiğine dair bir inanış vardır. Hazin olan durum ise bu yakın tarihimizin bir dizi taraflı kabullerinden sadece birisidir. Hâlbuki ne padişah Sultan Mehmed Vahideddin Han, ne de Meclis-i Mebusan, muahedeyi tasdik etmemiştir. Hatta muahede olarak bile kabul görmemiştir. Mustafa Kemal bile bunu bir proje olarak görmüş, Nutuk’ta da dokuz farklı yerde bu şekilde dile getirmiştir. Bütün bunların ayan beyan ortada olmasına rağmen, hâlâ muahedenin imzalandığına gerçekten inananlar var.
Bu inananlara da hayret etmemek lazım gelir. Çünkü yıllar boyunca bizlere padişahı kötülemek maksadıyla öğretilenler elle tutulur şeyler değildi. Onu ve devletini Türklerin zihninden silmek, tamamen farklı bir medeniyetin torunlarıymışızcasına tecrid edilmiş bir millet hâline getirilmemiz, sadece kraldan çok kralcıların değil, hemen hemen karşımızda duran bütün cihanın hedefiydi.
Ne öğretiyorlardı bize; “İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı, Yunan’ı toplanmış, topraklarımız bölünüp parçalanmak, Türk’ün haysiyetini beş paralık etmek için onun vücudunda ‘vivisection’, yani diri diri ameliyat yapmak için el ele vermişti. Sevr’i hain ve işbirlikçi İstanbul hükûmeti ve padişahına imzalatmışlardı. Dolayısıyla Damad Ferid kadar Sultan Vahideddin de haindir, satılmıştır, işbirlikçidir. Bundan sebep Sevr yırtılıp atıldı ve yedi düvel ile harb edilerek düşman kovuldu…” Bu arada Mondros’tan Lozan’a uzanan süreci anlatan ve çocuklara ezberletilen “Atatürk yoktu, düşmanlar çoktu/Atatürk geldi, düşmanı yendi” şiirini de unutmamak gerekiyor elbette…
Önümüze sunulan ve dayatılan, doksan küsur yıldır zihnimize kazınmak istenen bu fikirler maalesef yakın tarihimiz ile ilgili bilgilerimizi tamamen altüst etti. Tabii olarak bu dengeye bağlı komşu ve kardeş devletlerin tarihleri de farklı boyutlarla önümüze sunuldu. Mesela münasebetlerin müspet olması arzu edilen devletlerin sadece (kendilerince) güzel tarafları anlatılırken, dost görülebileceklerin de tamamen (kendilerince) menfi ciheti önümüze sürüldü. Yani kısacası kendi tarihimizi yanlış öğrettiğimiz yetmedi, bir de diğer devletlerin tarihlerini yeniden dizayn etmeye kalktık.
İşte Sevr efsanenin Türk milletine zorla nakşettirilmesinin böyle tuhaf bir hikâyesi vardır.
- Tags: 1. dünya savaşı, lozan, sevr antlaşması