Sevr ve Lozan Muahedeleri, yakın tarihimizin en muğlak noktası olan ve her devrin menfaatleri çerçevesinde çarpıtılan ehemmiyetli hadiselerdir. Bu minvalde kılıktan kılığa sokulmuş, tanınmaz hâle getirilmiştir.
Gündeme getirildiği her devirde Sevr ile ilgili yapılan büyük hata ise bu muahedeye şiddetle karşı çıkmasına ve imzalamamasına rağmen, Sultan Mehmed Vahideddin Han’ın bu muahededen sorumlu tutularak onu hain gösterme çabasıdır. Hadise bilerek çarpıtılarak gerçekler saklanmaktadır.
Sevr Muahedesi o kadar mühimdir ki; I. Cihan Harbi’ni, Millî Mücadeleyi ve Lozan’ı anlamanın yolu Sevr’i anlamaktan geçmektedir. Sevr Osmanlı’nın tasfiye projesi, Lozan ise bu projenin resmiyete döküldüğü ve hukuki bir zemine dayandırıldığı muahededir. Aynı zamanda Sevr, üç sene sonra önümüze sürülecek Lozan’ı kabul etmemiz için, ölümün gösterilip sıtmaya razı edilmesi projesidir. Sevr’in tarafları, ortaya çıkan bu hâlin gerçekçi olmadığının ve herkesin gizli bir ajandasının mevcut olduğunun da farkındalardı. Herkes üzerine düşen vazifeyi layıkıyla yerine getirme çabasındaydı.
Sevr’in ehemmiyetini daha iyi anlamak için biraz daha detay vermek gerekiyor. Daha önceki makalelerde de anlattığımız gibi aslında işin en temelinde garbın gün be gün ortaya çıkan enerji açlığı ve buna mani olarak gördükleri Osmanlı Devleti ve onun nezdinde hilafet makamı vardı. Çünkü demir fabrikalarla donatılan garbın vazgeçilmezi olan enerji kaynağı Türklerdeydi. Devletin cenup toprakları, en kıymetli ve verimli bir enerji olan petrol ile kaynıyordu. İşte zaman zaman farklı şekillere bürünen projenin tatbik edilme gayretinin sebebi de buydu.
Devlet, öncelikle oldubittiye getirilerek cihan harbine sokuldu. Ayakta duramayacak hâle getirilen onların tabiriyle “hasta adam”, sonrasında sulh muahedeleri adı altında haraç mezat paylaşılmaya başlandı. Kuvvetli aktör İngilizlerin bir diğer hedefi de hilafet makamı idi. Çünkü imamenin ortadan kaldırılmasıyla, Türklerin cihan hâkimiyeti iddiasını besleyen damarlar kesilip atılmış olacaktı. Neticede Müslümanlar, ipi kopan tespihin taneleri gibi bir daha bir araya gelemeyecek şekilde dağıldı…
Burada diğer bir noktayı da belirtmek gerekir. Cihan Harbi’nin gizli anlaşmalarında, Mondros’ta ve Sevr’de hiçbir zaman Türkleri ve Müslümanları tamamen ortadan kaldırmak gibi bir proje olmadı. Hatta ilk başlarda Anadolu’ya sıkışmış, minyatür bir Osmanlı Devleti konuşuluyordu. İşgal edilen Orta Doğu topraklarında, kendi menfaatlerini güden devletçiklerin kurulması yeterli olacaktı. Ancak bu merhalede Ankara hükümeti ile yapılan görüşmeler neticesinde, hadise farklı bir boyuta taşındı. Artık proje, üç kıtaya hükmetmiş koca devletin, şartlı hürriyet ile kimliğinin ve adının değiştirilerek küçük bir toprak parçasına sıkıştırılması hâlini aldı. Tekrar eski günlerine dönememesini garanti altına almak için de çeşitli argümanlarla dâhili problemlerden başını kaldırmasına müsaade edilmedi ve cihan hâkimiyeti iddiasından uzaklaştırıldı.
Bu projenin esas mimarlarından olan liberal İngiliz Başbakanı Lloyd George, muahede şartlarını gerekirse Yunanlıların askerî gücünü kullanarak yerine getirmeyi planlasa da İngiltere’nin muhafazakârları farklı kanaatteydi. Onlar, Türklerle anlaşma yoluna gitmek istiyorlardı. Çünkü sıcak denizlere inme ve Orta Doğu’da söz sahibi olma emelleri olan Ruslara karşı Türklerin tampon olarak kullanılması düşünülüyordu. İşte hadisenin bu mühim noktaları, Türklerin hiçbir zaman tamamen ortadan kaldırılmasının düşünülmediğini de net olarak ortaya koymaktadır.
Neticede Sevr; Lozan’ın mukaddimesidir. Lozan’ı kabul ettirebilme ve Türkleri uzunca bir müddet tarihin tozlu sayfalarına gömme gayesini taşımaktadır. Parçalanmakta olan Osmanlı Devleti’nin ulus devletler hâline getirilmesinin ve “güçlünün sözü geçer” prensibinin, zamanın politik aktörleri tarafından dikte ettirilmesinin açık bir tezahürüdür.
- Tags: 1. dünya savaşı, lozan, sevr antlaşması