Şeyh Said hadisesi ve sebepleri tarihçiler ve siyasetçiler arasında sürekli tartışılmıştır. Resmî kayıtlarda ısrarla hadisenin sebebi farklı yöne çekilmeye çalışılsa da, gerçek sebebin Hilafetin ilgası, laiklik ve devrimlere karşı dinî hassasiyetle verilen tepkilerden ibaret olduğu ortadır.
Aslında bu tamamen yeni kurulmuş olan rejimi korumak için yürütülen bir propagandadan ibaretti. Çünkü Abdülhamid Han döneminden itibaren silahlı aşiret alaylarına sahip Kürtler, Mustafa Kemal’e göre büyük bir tehlike arz ediyordu.
Bu sebeple o zaman hükümeti destekleyen ki; aksi bir durumun olması söz konusu bile değildi, Orak-Çekiç, Vatan, Tanin, Son Saat, Son Telgraf, Tevhid-i Efkâr, Toksöz, Sebilürreşad vs. gibi yayın organlarıyla birlikte topyekûn bir taarruza geçildi.
Hedef Şeyh Said, amaç ise onun üzerinden bu hadiseyi Kürtçü bir hareket olarak göstererek, Çerkezlere yapıldığı gibi Kürtlerin de baskı altında ve haklarından mahrum bir şekilde yaşamaya zorlanmasıdır.
Bunu mahkemenin Şeyh Said ile ilgili verdiği karar yazısından bile net olarak anlayabilirsiniz. İsnat edilen suçun tanımının bir kısmı şu şekildeydi:
“Şeyh Said en başından itibaren isyan etmeyi hedeflemektedir. Bu hedef ve arzusunu ulaşmak için siyasi faaliyetler yürütmekte ve Şark vilayetlerini ‘Kürdistan’ adı etrafında ayırmak suretiyle vatanı bölmeyi planlamaktadır. Dolayısıyla suçu vatana ihanettir…” Kararın gerekçe kısmında ise mesele tamamen Kürt ayrılıkçı hareketine bağlanmıştır.
Şeyh Said’in liderliğindeki kıyama genellikle Kürtler iştirak ettiğinden ki, yoğun olarak Kürtlerin yaşadığı bir bölgede bundan daha doğal bir durum yoktur. Bu sebeple hadisenin hep Kürdi boyutu kurcalanarak ortaya atılmıştır ve neticede o zaman ortaya konan düşüncelerle çözümü olmayan bir yara haline getirilmiştir.
Ancak tutulan zabıtlardan ve yazılan yazılardan da anlaşılabileceği gibi ayaklanmaya katılanların hepsi Kürt değildi, aralarında onlarca Türk ya da diğer etnik kökene mensup şahsiyetler de vardı. Sonunda bunlar da idam veya hapis cezalarına çarptırılmaktan kurtulamamışlardır.
Bu sebeple hadisenin bağımsız bir “Kürdistan” idealine hizmet ettiği asla söylenemez. Bu sadece yukarıda da belirttiğim gibi mevcut rejimin korunması adına ortaya konulmuş bir gerekçeden öteye gitmez. Ayrıca Şeyhin Azadi Örgütü ile ilişkisi de ciddi anlamda ispata muhtaçtır.
Aksine bunun tersi olduğuna dair ciddi kaynaklar da mevcuttur. Mesela her ne kadar kendisinin olaydan kesinlikle haberinin olmamasına ve Suriye’de hayatını sürdürmesine rağmen II. Abdülhamid Han’ın oğlu Şehzade Selim ile irtibata geçileceği ve hilafet makamına da onun getirileceği planlanmaktadır. Bu düşünce Şeyh Said’in idealidir de ayrıca.
O zamanki bazı ulema, Şeyh Said’i davasında haklı bulmakla beraber, alt edemeyeceği bir güce karşı isyan ettiği için tenkit ederler. Nitekim İslâmiyet, devletin ve insanın, askerce ve silahça daha üstün olan düşmana savaş ilan etmesini yasaklamıştır.
Şeyh Said’in; yargılanması müddetince bütün baskılara rağmen bağımsız bir Kürdistan kurma fikrini reddettiği ve ısrarla bunun tamamen dinî bir hareket olduğunu belirttiği açıkça görülmektedir.
Nitekim Şeyh Said, idam sehpasında iken son isteği sorulduğunda, kâğıt kalem ister ve kâğıda Arapça olarak “Benim bu değersiz dallarda asılmama pervam (korkum) yoktur. Muhakkak ki mücadelem Allah ve dini içindir” yazar.
28.12.2015 – Türkiye Gazetesi