İngiliz Başbakan Lloyd George, Mondros’tan sonra dayatılan Sevr’in en mühim mimarıydı. Böylece bu kesin çözüm ile artık Türkler bir daha kafalarını kaldıramayacaktı. Belki de bin yıl önce, geldikleri gibi Anadolu’dan bile atılacaktı. Ancak muhafazakâr İngilizler aynı şekilde düşünmüyordu.
Lloyd George, İslamiyet tehlikesini kökten halletmek için Hindistan misalinde olduğu gibi sert müdahale yapılması kanaatindeydi. Ancak muhafazakârların başını çeken en yakın rakibi Winston Churchill kanadı ise farklı düşünüyordu. Çünkü artık dengeler değişmişti. Anadolu üzerindeki projelerin değişmesi gerekiyordu. Zaten İngiltere temel hedefi olan Orta Doğu’yu ele geçirmişti. Anadolu ise onlar için stratejik bir ehemmiyete sahip değildi. Fransa ve İtalya ise gelişen şartlar ışığında yeni bir muahedenin ancak silah zoruyla tatbik edilebileceğini anlamışlardı. Harpten çıkmış bu iki devlet için yeni bir harbe girmek yıkım olabilirdi. Bu sebeple onlar da iş birliği yapma niyetindeydi.
Ayrıca gerek İngilizler, gerek bütün müttefik kuvvetler kuzeyden gelecek Rus tehlikesine karşı Orta Doğu’daki menfaatlerinin korunması gerektiğini düşünüyorlardı. Bunun için ise Türkiye tartışılamaz bir bariyer vazifesi görebilirdi. Neticede Sevr’den biraz daha iyimser bir tablo çizilen Lozan önümüze sürüldü. Ayrıca Sevr “Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek” kavlince, korkutma amacıyla kullanıldı. Bu noktadan bakıldığında Sevr; Lozan’ın kabulü için Türkleri hırpalama maksadına da hizmet etmiştir.
Lozan’ın tasdik şartlarının arasında birçok madde ile birlikte, olmazsa olmazları da vardı. O da hilafetin tamamen kaldırılması ve yeni kurulan devletin bütün kurumlarıyla birlikte Batı kanunlarını kabul etmesiydi. Buna istinaden İnönü ve heyetinin, müzakereler esnasında baskı artınca, hilafetin de kaldırılacağı sözünü verdiği iddia edilir. Bunanla beraber Türkiye’de yapılan inkılapların kararının da Lozan’da alındığı ya da birtakım taahhütlerde bulunulduğu belirtilir. Bunlar birer iddiadan ibaret olsa da Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Türkiye’de uygulamış oldukları idare sistemi bunu doğrular niteliktedir. Bu noktada Halil İnalcık hoca da “Mustafa Kemal radikal bir Batılılaşma taraftarıydı. Onun Batıcılığı, hayat felsefesi ile onun bütün sembol ve hükümleriyle Batıcılık idi” demektedir. (“Atatürk ve Türkiye’nin Modernleşmesi”, Atatürk Konferansları I, Ank. 1964, s. 188-96)
Bir diğer nokta ise Mustafa Kemal’in Lozan’a kadar aslında hilafet taraftarı olduğu iddiasıdır. Hatta halife olarak kendisini düşündüğü, fakat halktan gelebilecek aksülamel sebebiyle hanedandan kendilerine yakın birisini düşündükleri belirtilmektedir. İnönü’nün Lozan öncesi Paris’te, Muslim Standart gazetesine yapmış olduğu “halifeliği koruyacağız” açıklaması da bunu doğrular niteliktedir.
Bütün bunların haricinde Mustafa Kemal ve İsmet İnönü Lozan Konferansı’nın anahtarının İngilizlerin elinde olduğunun farkındaydı. Bu sebeple harpten bıkmış bir milletin hükümeti olarak, hilafetin kalmasının kendilerine menfaat sağlayacak olmasına rağmen hilafet kaldırdılar. İngiltere parlamentosu da ancak bundan sonra yani 3 Mart 1924’de Lozan’ı tasdik etti. Burada belki ısrar edilmesi harpten çıkmış İngiltere’nin geri adım atmasını sağlar mıydı bilinmez. Ancak karşılarında devlet idaresi bakımından çok tecrübeli bir ekip vardı. İsmet İnönü ve ekibi ise yetersizdi. Başta Musul olmak üzere birçok mesele de bu yüzden kolaylıkla İngilizler lehine neticelendi.
Ankara Hükûmeti’nin bu noktada kendisine yakıştırdığı ve muvaffakiyet olarak ortaya koyduğu husus ise, büyük bir harbin ardından sulhun elde edilmesiydi. Bu ayrıca devrin Türkiye’sini idare eden siyasi seçkinlere, İttihat ve Terakki’nin hürriyetçi müdafilerine, ütopyalarını rahatlıkla gerçekleştirebilmek adına ortam ve zaman sağlamış oldu.
Netice olarak artık Batılı devletler için tehdit oluşturmayan, cihan mefkûresinden vazgeçmiş, içine kapalı ve Batı ile uyumlu bir Türkiye ortaya çıkmış oldu. Bu durum hem Türk siyasi seçkinlerinin, hem de Batılı devletlerin zihnindeki Türkiye ile de örtüşmektedir. En mühim nokta ise artık Hindistan’dan sonra İslamiyet çatısı altında bulunan ve tehlike arz eden bir devlet kalmamıştır.