Cumhuriyet’in ilk yıllarında din ve devlet işlerinin ayrılması adı altında maalesef sözde dinde reform olarak adlandırılan bazı uygulamalar devreye sokulmaya çalışıldı. Daha doğrusu kabul ettirilmeye çalışıldı.
Bunlardan bir tanesi de 1932 – 1950 yılları arasında uygulanan ve ibadet dilinin Türkçe’ye çevrilmeye çalışılmasıdır. Asırlar boyunca insanların ruhunu dinlendiren ve insanları dil ve millet ayırt etmeden o kutlu ibadete çağıran Arapça ezan yasaklandı ve bu zorbalığın kalıcı olması adına, sert adımlar atıldı. Öyle ki “Allah” deme yasağı birçok insanın hapislerde ölmesine sebep oldu.
İlk adım Fatih Camii’nde atılır
Türkçe ezan ile ilgili ilk teşebbüs 30 Ocak 1932 tarihinde yapılırken, Fatih Camii hafızı Rıfat Bey, ikindi ezanını önce Arapça, ardından da Türkçe olarak okur. Yine aynı yılın Ramazan ayında ve Kadir Gecesi’nde, bu sefer Ayasofya Camii’nde 7 Hafız ve 2 müzisyen tarafından Kur’an okunur ve tekbirler getirilir ve ardından Türkçe ezan okunur. Bu da yetmez bu kepazelik radyo aracılığıyla ülkedeki tüm camilere ulaştırılır. 5 Şubat’tan itibaren ise artık hutbeler de Türkçe okunmaya başlanır.
En son yasak ise Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gelir. 18 Temmuz 1932’de yayınlamış olduğu bir tamim ile ezan ve kametin Arapça okunması yasaklanır ve Türkçe okunması emredilir. Zamanın Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin, tüm müftülüklere gönderdiği genelge de “Türkçe ezan ve kamet suretlerinin memleketin her tarafından bir ahenk, bir siyak dairesinde tatbikinin zaruri olduğu, Türkçe ezana riayet etmeyenlerin şiddetle cezalandırılacağı” da belirtilir.
Gelinen nokta insanların din ve vicdan hürriyetinin elinden alınmasıdır. Üstüne üstlük bu asırlardır tek bir örneği bile görülmemiş şekilde yapılmıştır. Artık yasaklar, tutuklamalar ve zorbalıklar konuşulmaktadır.
Tutuklanmalar ve zorbalıklar artıyor
Ülkenin birçok yerinde bu duruma itiraz etseler de hatta isyana yaklaşan büyük tepkiler doğsa da hükümetin geri adım atmak gibi bir durumu söz konusu olmadı. Aksine çok sert kararlarla tepkileri bastırıp, ibadetlerin Türkçe olarak yapılmasının yaygınlaşması anlamında çabasını arttırdı.
İzmir ve Salihli’de Türkçe ezan okumamakta direnen 4 imam ve müezzin tutuklanarak mahkemeye çıkarılmış. Trabzon Çay Meydanı ve Ortahisar camileri müezzinleri Hamdi Musa ve Halil Efendi isimli 3 din ise görevlisi tutuklanmış.
Urfa’da vazifesi olmadığı halde Arapça kamet okuyan cemaatten bir şahıs, müezzinin ihbarı üzerine yakalanıp adliyeye sevk edilmiş. Benzer bir olay Çorum’da yaşanmış. Bayram namazından sonra Arapça ezan okuyan bir vatandaş, devleti yıkmaya teşebbüs edenlerle birlikte Ağır Ceza’da yargılanmış.
O dönemde çekilen tüm bu sıkıntılar, eziyetler ve zorlamaların belgeleri, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün arşivinde mevcut.
Arapça ezan, kamet, sela okumak, tekbir getirmek ve hükümet emirleri hilafına davranışlarında bulunmaktan dolayı sadece 1933 yılında tutuklanan insanların 49 kişiyi bulmuş. Toplamda ise 1931 ile 1937 yılları arasında tutuklananların sayısı 229 kişiyi ulaşmış.
Ancak bütün bu sıkı tedbirlere ve yağmur gibi ceza yağmasına rağmen, ülkenin birçok yerinde ezanın aslına uygun olarak Arapça okunması tamamen engellenemedi. Özellikle güvenlik güçlerinin kontrolünden uzakta bulunan kırsal kesimde halk, muhtelif zamanlarda bu yasağı çiğnemiş ve Arapça ezan okumaya devam etmişlerdir.
Bu uğurda ölmeye hazır binler
Bu yasaklar neticesinde bütün hayatını Arapça ezan okumaya adayıp bunun için cezaevlerine girmeye, hatta bu uğurda ölmeye bile hazır olanlardan oluşan bir hareket doğmuş olması da yapılan uygulamanın ne kadar yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. 1993 yılında Bursa’da meydana gelen olay, bunun net bir şekilde ortaya koyulduğu tepkisel bir harekettir.
Türkçe ezan uygulamasına veya bundan önceki laiklik adı altında yapılan düzenlemelere halkın karşı çıkmasındaki en büyük sebepler, Arapçanın Kuran alfabesi olması, Peygamber lisanı olması, en önemlisi ise ibadet dilinin de bu şekilde olmasından kaynaklanmaktadır. Türkçe ibadet etme safsatası çok şükür devam etmedi. Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki; Türkçe hutbe okunma uygulaması halen devam etmekte.
Bu ve buna benzer dini anlamda yapılan düzenlemelere ve devrimlere karşı halk büyük tepki göstermiştir ve göstermeye de devam edecektir.
Jurnal malzemesi Türkçe ezan
Arapça ezanın yasaklanması ve zorunlu olarak Türkçe okutulması, toplumun da kutuplaşmasına sebep oldu. Toplum büyük çoğunluğu bu yasağa karşı çıkarken, azınlık da olsa az bir kesimi bu yasağı alkışlarla ve sevinç nağralarıyla karşıladı.
Bu kutuplaşma tabii olarak, bu ezan meselesinin bir ihbar/jurnal malzemesi olarak kullanılmasına sebebiyet de verdi. Bunlara bir de birilerine yaranmak adına en yakınındakini bile jandarmaya şikâyet edenler eklenince iş çığırından çıktı. Bu konular ile ilgili karakola, sonrasında ise yargıya intikal eden birçok olay kayıt altına alınmıştır.
İhbarlar ve bizzat jandarmanın baskınları sonucunda Arapça ezanlar okuyanlar yakalanıp hapse atılıyordu ancak, 1941 yılına kadar bunlara verilecek ceza noktasında yasal boşluktan dolayı büyük bir belirsizlik vardı. Hele Mustafa Kemal Paşa’nın ölümünden sonra problemler daha da büyüdü ve bir yasal düzenleme yapılması zorunlu hale geldi ve bazı maddeler değiştirildi.
Görevli ve sivil ayırt edilmeden ceza yağdırıldı
Arapçayı kullanmaya devam edenler bu tarihe kadar “kamu düzenini sağlamaya yönelik emirlere aykırılık” suçundan cezalandırılıyordu. 2 Haziran 1941 tarihinden itibaren ise 4055 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun bazı maddeleri değişti ve “Arapça ezan ve kamet okuyanlar 3 aya kadar hafif hapis, 10 liradan 200 liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılırlar” şeklinde bir ekleme yapıldı. Artık görev dışı dâhil herhangi bir yerde Arapça ezan okuyanlar da cezalandırılacaktı.
Ancak bütün bu yasaklara, hapis ve para cezalarına rağmen Türkü, Kürdü, Çerkezi, Gürcüsü yani tüm Türkiye tek yürek olarak ibadetini Arapça yapması gerektiğine inandı ve o yoldan kimse onu döndüremedi.
Deli yaftası ve Arapça ezan
Arapça ezan okunması ile ilgili, din adamlarının yanı sıra çoğunlukla hiçbir sıfatı olmayan sivil halkın da bu yasağı çiğnediği görülmektedir. Bu noktada en çok başvurulan yöntem ise ezanın çocuklara veya delilere okutulmasıydı. Polis kayıtlarından yakalananlar arasında çok sayıda akli dengesi bozuk vatandaşın bulunması da bu yolların sıklıkla kullanıldığını açıkça göstermektedir.
Mesela Karamürsel’in Ayazma köyünden Boşnak asıllı Bekir, Arapça ezan okumaktan dolayı adliyeye sevk edilmiş ancak, cezai ehliyeti olmadığından serbest bırakılmış. Okumakta ısrar edince ise Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edilmiş. Neticede oradan da “şuur bulanıklığı” olduğu doktor raporuyla tespit edilmiş ve serbest bırakmak zorunda kalmışlar.
Yine buna benzer bir örnek de Yeni Foça kazasında yaşanmış. Camide kimsenin olmadığı sırada, Kazım adında bir şahıs Arapça ezan okurken yakalanmış ancak sanığın Bahriye yüzbaşısı iken akıl hastalığından emekliye ayrılmış bir deli olduğu anlaşıldığında serbest bırakılmış.
Arapça ezan okuyan çocuklar ve akıl hastaları cezai ehliyetleri olmadığından yakalandıklarında bir işlem yapılamıyor, böylece yasak delinmiş oluyordu.
Demokrat Parti ile gelen özgürlük
Bu hal Demokrat Parti’nin başa gelmesine kadar devam etti. Seçimin hemen arkasından “Türkçe ezanın o dönemki taassupla mücadele mecburiyetinden doğduğunu, o tedbirlerin devamına lüzum kalmadığı, meselenin laiklik ve vicdan hürriyeti bakımından halledileceği” belirtildi.
Bu demeç sonrasından ise hızlı bir kanun tasarısı hazırlandı ve “Arapça ezan ve kamet okuyanlar” cümlesi 16 Haziran 1950 yılında kanundan çıkartıldı.
Bu değişiklikle Arapça ezan okunması zorunla hale getirilmemiş, sadece Arapça ezan yasağı kaldırılmıştı. Ayrıca ezanın Türkçe okunmasını yasaklayan hüküm de getirilmemişti. Dolayısıyla ezanı istediği dilde okumak isteyene serbestlik tanınmıştı.
Sadece bu sebeple bile olsa bu ülke Adnan Menderes ve arkadaşlarına çok şey borçludur. O günlerde yaşanan çile ve sıkıntıları dedelerimizden, ninelerimizden ve o günü yaşayan amcalarımızdan dinlerken, insanın yüreğinin sızlamaması mümkün değil.