Engizisyon mahkemesinin yaptığı insanlık dışı işkenceler, kazıkta boğularak öldürülmeler insanlık tarihinin ve Avrupa’nın kara lekesi olarak tarihteki yerine aldı. Hele hele “tövbe” etmeyen insanların cezalandırıldığı ‘auto-de-fé’ hiçbir zaman alınlarından silinmeyecek.
Suçlular için ‘merhametli’ bir ölüm olarak görülen kazık cezasının sonrasında hâlâ tövbe etmeyen mahkûmlar için devreye giren ‘auto-de-fé’ seremonisi. Aslında bu ceza toplum nazarında kişiyi ve ondan geriye kalanları kınamak maksatlı yapılıyor. Latince bir kelime olan Auto-de-fé, İngilizcede ‘act of the faith’ olarak karşılık bulmuş. Dilimize ise “inanç veya iman hareketi” olarak çevrilebilir. Ceza olarak karşılığı ise kazığa bağlanıp diri diri yakmak ve işin en kötüsü ise bunun Hristiyanlık inancının bir göstergesi olarak kabul ediliyor olması.
Auto-de-fé ilk olarak Paris’te gerçekleştirilmiştir ve maalesef XIX. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren, tüyleri ürperten bir ceza olma özelliğini korumuştur. Bu infaz özellikle İspanya ve Portekiz (Latin Avrupa) gibi Katolik ülkelerde uygulanmıştır. Bu seremoniye, sadece suçluların cezalandırıldığı bir faaliyet olarak bakmak çok büyük yanlış olur. Bu başlı başına bir organizasyondur ve zamanla kendine has bir edebiyatı bile oluşmuştur.
Önceleri dini bir cezalandırma olarak başlayan bu uygulama, sonrasında bir halk eğlencesi hâline dönüşmüş ve perişan halk böyle bir eğlenceyle kandırılıp, yapılan hoş gösterilmeye çalışılmıştı. Ayrıca bu yabancı elçilere, ziyaretçilere ve tüccarlara karşı bir gözdağı niteliğini de taşıyordu. Yaşananlara seyyahların notlarında, elçilerin mektuplarında ve günlüklerde bolca rastlanabilir. Bu Katolik Avrupa’sına duyulun tiksinti ve şaşkınlığı da ayan beyan ortaya koymaktadır.
Günümüzde hâlâ sözde düşünce ve inanç özgürlüğünün savunucusu olanlar için düşüncesi bile o zamanlar için çok tehlikeliydi ve Engizisyon mahkemeleri bu fikir ile savaşmak anlamında çok geniş yetkilerle donatılmıştı. Her ne kadar kiliseye bağlı gibi gözükseler de, arka planda bulaşmadıkları pislik ve sahtekârlık yoktu. Yeri geldiğinde kendilerini kiliseden ve devletlerden bile üstün tutabiliyorlardı.
Yahudilere, Müslümanlara, bunlara karşı sevgisi olanlara ve yardım eden Hıristiyanlara yapmadıkları zulüm kalmadı. 1492 yılında Avrupa’daki son İslam devleti yıkıldıktan sonra Kral Ferdinand, İspanya’daki Müslüman ve Musevilerin tamamını yok etmek için, engizisyonu had safhaya çıkardılar ve âdeta bir inanç temizliği yaptılar. Kendi oğlunu bile bu mahkemelerde idama mahkûm ettiren kral, “İspanya’da artık ne Müslüman, ne de dinsiz kaldı” diye iftihar etme cüretini göstermiştir.
Elbette ki bu zulüm ve eziyetler sadece Hristiyanlıktan çıkanlar ile sınırlı kalmadı. Elinde zorlukla tuttuğu ve bu uğurda her şeyi göze aldığı gücünü kaybedeceğini düşünen kilise, bütün ilim adamlarını çeşitli bahanelerle ortadan kaldırdı. Onlara göre fennin ve ilmin ortaya koyduğu yenilikler günah sayılıyordu. Bunun en önemli örneklerinden biri, dünyanın küre şeklinde olduğunu ve döndüğünü Müslümanlardan öğrenerek, Avrupalılara nakleden Galileo’dur. Bu beyanatından dolayı yetmişi geçmiş yaşına rağmen, Engizisyon Mahkemelerinde yargılanmıştır ve söylediklerinden ötürü pişmanlığını dile getirip ‘auto-de-fé’den kıl payı kurtulmuştur. Diğer bir örnek ise Galileo gibi Güneş’i merkez kabul eden görüşü savunanlardan Giordano Bruno’dur. Ancak Bruno tezini sonuna kadar savunmayı seçtiği için yakılmaktan kurtulamamıştır.
Her ne kadar Engizisyon Galileo’ya geri adım attırsa da engizisyon denince akla hâlâ o ve yargılandığı mahkeme gelmektedir. Nitekim bu kara lekeden kurtulmak isteyen Papa, 2000 yılında gerçekleştirilen binyıl kutlamaları sırasında, başta bilim adamları olmak üzere, bir zamanlar din adına gerçekleştirilen bu uygulamalardan dolayı özür diledi.
18. yüzyıl itibariyle suçluların azalması ve kazığa bağlama, yakma eylemlerinin pahalı olması nedeniyle auto-de-fe’ler yapılmaz oldu. Bourbon Kralı V. Philip auto’ya bir kere katılmış dahi olsa, bu organizasyonu reddeden ve katılmayan ilk İspanyol Kralı olmuştur. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde ise Engizisyon sadece özel cezalandırmalar yapar hâle gelmişti. Bunun sebebi ise basittir. İspanya kâfirler ve sapkınlıklardan tamamen arındırılmıştır.
Hıristiyanlığın yüz karası Engizisyon, Napolyon tarafından 1807 senesinde binbir zorlukla kaldırılmış, bir müddet sonra tekrar gündeme gelse de tarihe karışmaktan kurtulamamıştır. Mahkemelerinin kaç kişiyi ölüme mahkûm ettiği kesin olarak bilinmemekle beraber milyonları geçtiği neredeyse kesindir.
Lugat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye gibi eserlerde kuruluşundan kaldırılmasına kadar Engizisyon’un toplamda 5.403.920 kişinin cezalandırılmasında rol aldığı belirtilmektedir. Bunların neredeyse tamamına yakını yani 5.000.000 kişi başka yerlere göç etmek zorunda kalanlar. 192.154 kişi ise küreğe ve zindana atılarak telef olmuş. 43.000 kişi ise korku ve işkence neticesinde zarara uğramışlar. Yakılanların sayısı da azımsanmayacak ölçüde. Diri diri yakılanların sayısı ise 33.746 kişi iken, idam edildikten sonra yakılanların sayısı da 18.027 kişiye ulaşmış. İşkence, zulüm gören ve sadece yaralarla ucuz kurtulanların sayısı ise 18.000. İşte medeni Avrupa’nın geçmişindeki kara leke Engizisyonun ağır bilançosu.
İnsanların düşünce özgürlüğünün üstüne kâbus gibi çökülmüş ve büyük ölçüde başarılı olunmuştur. Şimdilerde bile düşünce özgürlüğünün sadece kendi dinlerine ve dillerine geçerli olduğu birçok olaylarda ortaya çıkmaktadır. Düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğünde Avrupa sözde ve görünüşte iyi bir durumda mıdır? Evet, iyi durumdadır ama belirttiğim gibi sadece kendisi gibi inananlarda ve menfaat ilişkilerinde geçerli olmak üzere.
Günümüzde bunlar için ne kadar pişmanlık ağıtları yakılsa da, öz eleştiri yapıyormuş gibi gözüküp de ne kadar kötü olduklarını dizi, film ve belgeseller ile tekrar tekrar önümüze temcit pilavı gibi sürseler de, bu propagandalar asla başarılı olamayacak ve bu leke onların alnından asla silinmeyecek.
09.10.2015 – Türkiye Gazetesi
- Tags: auto-de-fe, kara leke