Şeyh Said hadisesi iddia edildiği gibi bağımsız bir Kürdistan hayali, bir Kürt hareketi miydi? Yıllarca resmi kaynaklarda bu olay bu şekilde adlandırıldı ve insanların da bu şekilde düşünmesi için gayret gösterildi ama işin aslı gerçekten öyle miydi?
Her şey bir dönem dünyayı kasıp kavuran milliyetçilik akımı ile başladı. Sonrasında gelen ayaklanmalar ve kanlı istiklal mücadeleleri. Özellikle Yunanlıların ve Sırpların 19. Yüzyıl başlarında isyan edip, kendi devletlerini kurmasıyla Osmanlı Devleti’nde de milliyetçilik bombasının fitili ateşlenmiş oldu. Toprak bütünlüğü ve parçalanmalarının önüne geçilmesi adına merkeziyetçi bir yönetim tarzına geçildi ve 1847’den itibaren Kürt beylerin idari otonomisi kaldırıldı.
Bu yeni düzen Doğu Anadolu’da Kürtlerin hâkimiyetinin zayıflamasına sebep olurken, bölgede ciddi anlamda ticareti ellerinde bulunduran Ermenilerin işine yaradı. Oluşan otorite boşluğu ve karışıklıklardan istifade edip, ekonomik güçlerini de kullanarak büyük üstünlük sağladılar.
Hâlbuki Sultan II. Abdülhamid döneminde Kürtlere büyük önem verilmişti. Olası bir Rusya savaşında, Doğu Anadolu’nun müdafaası için milis kuvvetler yetiştirebilmek için bu bölgede Hamidiye Alayları kurulmuştu. Ancak 1908’den sonra iktidara gelen ve ırkçı politika izleyen İttihat Terakki yönetimi, Kürtler arasında da milliyetçilik akımının doğmasını adeta zorladı. Fakat bu kötü yönetime rağmen, Kürtler hanedana olan bağlılıklarından hiç ödün vermemiş, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni terk etmeyen tek millet olmuşlardır.
İttihat Terakki’nin bu yaklaşımı, maalesef Cumhuriyet döneminde de devam etti ve Kürt milliyetçiği artarak devam etti. Buna rağmen Cumhuriyet döneminin ilk zamanlarında çıkan isyanlar, milliyetçi bir hareket olmaktan çok, ufak tefek adi vakaların büyütülmesinden ibarettir. Sonrasında ise bazı amaca yönelik müdahaleler ve yönlendirmeler sebebiyle iş daha büyük bir noktaya çekilmiştir.
İşte Şeyh Sait olayı da bunlardan bir tanesidir. Hala Kürt isyanı diye adlandırılmak için gayret gösterilen bu vaka, o dönem Ankara’yı aylarca uğraştırmış ve bu hareket zorlukla bastırılmıştır. Şeyh Sait Palulu bir Nakşibendî şeyhi ve aynı zamanda köy ağası olması, Hazret-i Peygamber soyundan gelmesi gibi sebeplerle bölgede çok itibar görmekteydi. Hüküm sürdüğü aşiretler, Zaza denilen ve ekseri Kürtlerle aynı soydan zannedilen bir kavimdi. Her ne kadar resmî beyana göre İngiliz ajanı, gerici ve bölücü bir hain olarak akıllara kazınmaya çalışılsa da, bazılarına göre milliyetçilik için değil, dini uğruna canını feda etmiş kahramandır.
İsyana giden yolculuğun ilk durağı Saltanatın kaldırılmasıdır. Sonrasında Birinci Meclis’in kendisini fesih etmesi ve İkinci Meclis’in Cumhuriyeti ilan etmesi ise hadisenin ana kaynağını oluşturur. Buraya kadar herhangi bir problem yok ancak Kürt aydınlar ve o dönem isyan hareketleri içinde olan diğer etnik yapıların hepsi, bazı gerçekleri fark etmeye başlarlar. Artık Büyük Millet Meclisi’nin Cuma namazı sonrası dualar eşliğinde açılmasının ve Mustafa Kemal’in hilafete olan bağlılığının üzerinden çok sular akmıştır.
Paşa’nın gizli bir ajandası olduğunu ve bunu yavaş yavaş uygulamaya geçirdiğini ilk fark edenlerin arasında Cibranlı Halid, Dersim Mebusu Hasan Hayri, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ve Seyid Abdülkadir beyler gibi pek çok Kürt aydını da bulunmaktaydı.
1923 milletvekili seçimlerinde Kürtlere yok denecek kadar az sayıda yer verilmesi, Amasya Tamimi ve İzmir İktisat Kongresi’nde Kürtler ile ilgili konuların ele alınmaması da huzursuzluk oluşturmaktaydı. Bakıldığında bunlar Kürtler tarafından rahatlıkla tolare edilebilecek ve zamanla düzeltilebilecek şeylerdi. Ancak işin ucu dini değerlere ve ölümüne bağlı oldukları hanedana gelince işler değişti ve bir isyanın fitili ateşlenmiş oldu.
27.10.2015 – Türkiye Gazetesi