1925’in ilk yıllarında patlak veren bu hareket, ilk etapta sözlerin yerine getirilmemesi ve meclisteki temsilin azalması gibi gözükse de ana sebep farklı noktalara dayanmaktaydı.
Hilafetin kaldırılması sonrası hızlı bir şekilde devreye sokulan inkılaplar, 400 yıldır Osmanlı hanedanına ve hilafete samimiyetle bağlı kalan Kürtler tarafından kabul görmediği gibi, büyük bir tepkiye sebep olmuştu.
Bunun en bariz örneği olarak, 13 Şubat 1925’te olayların başlamasından kısa bir süre önce Piran’da, Şeyh Said’in yaptığı hutbe gösterilebilir: “Türklerle bizi birbirimize bağlayan bağ İslamiyetti. Mustafa Kemal hilafeti kaldırmakla bu bağı kesti.” Bu sözler, halk arasında, “Türkler ile aramızdaki bağ ya yeniden tesis edilecek, ya da tamamen koparılacak” şeklinde karşılık bularak, hızlı bir şekilde etkisini göstermeye başladı. Camilerden, köy odalarından ve şehir merkezlerinden “Hilafet ve din düşmanı olan devlete karşı kıyam vaciptir” sesleri yükselmeye başladı. Bu bile bu hareketin temelinde Kürtlüğün olmadığının, aksine tepkinin tamamen Ankara’ya olduğunu göstermektedir.
Bunun diğer bir işareti ise, isyan sırasında Şeyh Said’in yazışmalarında kendinden “Müminlerin Emiri” veya “Mücahitlerin Emiri” olarak bahsetmesidir. Bu unvan onun tüm Müslümanları “cihat” bayrağı altında toplama amacına hizmet etmesi düşüncesiyle kullanılmıştı.
Bütün bunlara rağmen Şeyh Said’in bu hareketin başına geçmek gibi bir düşüncesi hiçbir zaman olmadı. Fakat yaptığı konuşmalar ve verdiği hutbeler, istemeyerek de olsa onu bu çemberin içine sürükledi. Mecburi liderlik onun için kaçınılmaz oldu. Mahkemede sarf ettiği şu sözler de bunu ortaya koymaktadır: “Ben bu işin ne başında, ne sonundayım. Bir kere oldu; kader!”
Her şeyin başladığı yer; “Piran”
1918’den sonra memleketin parçalanmasını engellemek ve Kürtlerin haklarını müdafaa için devlet destekli veya kontrollü cemiyetler kuruldu. Bunlardan en önemlisi ise Kürd Teâli (Kürd Yükselme) Cemiyeti idi. Fakat bu cemiyet bir müddet sonra kontrol dışına çıktı ve işi isyan boyutuna getirdi. Bu gelişmelere Ankara’nın tepkisi sert oldu ve bu hareketin faaliyetleri sonlandırıldı ancak gayriresmî olarak Azadi ismiyle yollarına devam ettiler.
Bir müddet sesi soluğu çıkmayan Azadi örgütü, 1924’ün Ekim ayında büyük bir isyan hareketine kalkışır fakat yine Ankara tarafından kanlı bir şekilde bastırılır. Bu sefer hareketin başındakiler de yakalanmıştır. Cibranlı Halil, Bitlis eski mebusu Yusuf Ziya, Mutkili Hacı Musa beyler tutuklanmaktan kaçamazlar.
Bu isyanın Şeyh Said ile asla bir alakası olmadığı ayrıca Azadi Örgütü ile de bir bağı olduğu hiçbir zaman ispat edilemedi. Ancak kayınbiraderi ve Cibran aşireti reisi olan Albay Halil Bey’in, bu işin içinde yer alması sebebiyle şahit olarak mahkemeye çağırıldı. Yaşlılığını ve rahatsızlığını belirten Şeyh, ifadesinin Bitlis yerine Hınıs’ta alınmasını rica etti ve bu istek kabul gördü. 1925’in Şubat ayının ilk haftalarında kardeşi Şeyh Abdürrahim’in yaşadığı Piran’a geçti. Burada sevenleri tarafından ziyaretçi akınına uğradı.
Olaylar ise nereden geldiği bilinmeyen birkaç mahkûmun, bu ziyaretçilerin arasına karışmayla patlak verdi. Firarilerin yakalanması için harekete geçen jandarma müfrezesi ile Şeyh Abdürrahim’in inatlaşması üzerine, Piran’da silahlı bir çatışma meydana geldi.
Şeyh Said’in istemeden de olsa isyancı pozisyonuna düşmesi sonrası artık ona yapacak tek bir şey kalmıştır, işi ciddiye almak ve müttefik arayışlarına girmek.
05.11.2015 – Türkiye Gazetesi