Müslüman Türk devletlerinin ve nihayetinde Osmanlı Devleti’nin İslamiyete olan hizmetleri inkâr edilemez. Ancak Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin yaptığı ise takdire şayandır. Öyle ki, Eshab-ı kiramdan sonra İslamiyete en çok ve en mühim hizmeti yapma payesi nasip olmuştur.
Eshab-ı kiramın müthiş ve akıllara sığmayan hatta günümüzde bile bir misalini sergileyemeyeceğimiz gayretleri sayesinde, İslamiyet kısa bir zamanda Arabistan’ı aşarak, her yeri aydınlatmaya başladı.
Eshab-ı kiramdan sonra Emeviler, Abbasiler gibi birçok İslam devletinin hâkimiyeti olsa da dine hizmette ikincilik payesi Türklere yani Osmanlı Devleti’ne nasip olmuştur. Osmanlı’dan önceki Türklerin gayretleri ve ortaya koymuş oldukları mücadeleler elbette ki göz ardı edilemez. Ancak hiçbirisi altı asrı aşkın bir süre İslamiyeti müdafaa etmiş, birçok bölgeye ulaştırmış ve buraları İslam memleketi yapmış Osmanlı Devleti kadar olamamışlardır.
Emeviler yani Ümeyyeoğulları Hanedanlığı ise İslamiyete hizmette Osmanlı kadar olamasa da Avrupa’ya Müslümanlığı yerleştiren ilk devlet olma hususiyetine sahiptir. Bununla beraber bu beldelerde kurdukları üniversiteler ile Batı’ya ilim ve fen ışıklarını yaymışlardır. Avrupa’nın bilimsel manada gelişmesinin ve reformlar yapabilmesinin temelini de bu üniversitelerde okuyan Hıristiyanlar teşkil etmektedir.
Türkler nezdinde Abbasiler Emevilerden çok daha muteberdir ve ön planda tutulmaktadır. Bunun sebebi ise Emeviler’in kavmiyetçilik hastalığıdır. Arap olmayanları kendileriyle eşit görmüyorlardı. Öyle ki; İslamiyet ile şereflenmelerine rağmen, onlardan Müslüman olmayanlar gibi cizye almaya devam etmişlerdi. Abbasiler ise bunun aksi bir tavır sergilenmiş, Türklerle birlikte diğer yeni Müslüman olan milletlere âdeta kucak açmışlardı.
Bunun neticesinde ilk cizye kalktı. Devamında ise orduda önce paralı asker olarak görev aldılar sonra devlet idaresinde söz sahibi oldular. Bu durum Türklerin kitleler hâlinde İslamiyet’i seçmesine sebep oldu. Türk devletler sayesinde, Arapların Müslümanlığı ulaştırdığı beldeler artık tamamen İslam beldesi hâline geldi. Bunun neticesinde İslamiyet’in güneşi buralarda parladı.
Abbasiler zayıfladıkları devirlerde ise çoğunlukla Türklerin muhafazası altına girdi. Hatta Hilafet makamının ortadan kalkmasına ramak kala yine bir Türk devleti olan Memlukler yani “Ed-Devletü’t Türkiye” tarafından ihya edildi. Bütün bunlara rağmen bir İslam birliği kurulamadı. İrili ufaklı devletlerin ve bunların birbirleriyle mücadele etmeleri, bunu imkân vermedi.
Bu birliği gerçekleştirmek ancak Osmanlı Devleti’ne nasip oldu. Avrupa’dan sonra Anadolu ve Orta Doğu’da da hâkimiyet kuruldu. İslam birliği ise hilafetin elde edilmesiyle sağlanmış oldu. Bu durum devletin yıkılmasına kadar da devam etti. Sonrasında ise Müslümanlar sahipsiz, hamisiz ve yalnız kaldı.
Peki, bu kadar büyük hizmetler eden, üç kıtaya hükmeden, İslam birliğini sağlayan ve mazisi kahramanlıklarla dolu bir millet nasıl mağlup oldu ve İslamiyet niye sahipsiz kaldı? Dine ve ilme bağlılığın azalması bunun en mühim sebebidir. Maddi ve manevi ilimler ile insanlığa ışık tutan bu akım, ne yazık ki tembellik ve sonrasında gelen planlı haçlı saldırıları ile gerilemeye başladı. İtaat azaldı ve bunun neticesinde kendi hükümdarlarını bile şehit etmeye başladılar. Dinî makamlar, liyakatin değil atamanın esiri oldu. Cahillerin ve sinsi İslam düşmanlarının eline düştü. İslamiyet’ten uzaklaşıldı ve Allahü teâlânın emirleri hiçe sayılmaya başlandı.
Netice; hangi milletten olursa olsun, Müslümanlar dinin emirlerine hakkıyla sarıldıkları müddetçe muvaffak oldular. Ne zaman ki uzaklaştılar tam tersi oldu. Bu sebeple muvaffak olabilmemiz, birlik ve beraberlik içerisinde olabilmemizin yegâne şartı İslamiyete olan bağlılığımızdan geçmektedir…