Devrim yapmanın, doğru dürüst araştırma yapmadan eskisini kaldırdım, yerine bunu koydum demekle olmadığını hepimiz yaşayarak görüyoruz. Hele hele bu Avrupaileşmek adı altında Fransız, Alman ve İngiliz melezi bir yapıyla yapılmaya kalkılırsa, kendi medeniyetimize ters düşer ve bir müddet sonra devrim kendini devirir.
Harf veya dil devrimi için de aynı şeyler geçerli. Dil ve kelimeler değiştirilirken rastgele bir davranış tarzı sergilenmemeli. Tarih içinde kazanılan anlamlar, cümle içindeki ağırlıklar, ifade derinlikleri, hassasiyet belirten yönleri ve o anki duruma göre söylenmiş şekilleri mutlaka dikkate alınmalıdır. Bunun haricindeki her türlü uğraş beyhudedir. Şunu da unutmamak gerekir ki; bir kelime ne kadar uzun kullanılırsa o kadar mana genişliği ve derinliği artar.
“Onur” kelimesi alınıp, “Şeref, Haysiyet, Namus, İzzet” gibilerinin yerine konulursa, üstüne üstlük bu Fransızcadan devşirerek yapılırsa, o kelimenin derinliğinin veya mantığının köküne dinamit koyup patlatmış olursunuz. Nitekim öyle de oldu.
Rumeli, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da yani Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Müslümanların yaşadığı katliamlar, sürgünler ve zorunlu göçler sebebiyle büyük sıkıntılar yaşandı. Milyonlarca insan bu zulümler sebebiyle şehit oldu. Belki Türkiye’nin büyük bir çoğunluğunun ailesi bu zulümlere şahitlik etti. Ancak bu olaylar insanlara sadece maddi ve fiziki açıdan zarar verdi. Neticede gazilik veya şehitlik mertebesine ulaştılar ve hayat bir şekilde devam etti.
Ancak, dil devrimiyle ruhumuz öldü. Vermiş olduğu zararların etkisi, kültür ve medeniyetimizde büyük bir yıkıma sebebiyet verdi. Günümüze kadar devam eden etkileri sebebiyle, ne yazıların yazılığı, ne şiirlerin şiirliği ve ne de romanların romanlığı kaldı. Çürük bir temelin üzerine, gökdelen dikilmeye kalkıldı ve bu dil yapısı hiçbir zaman güven vermedi.
Dil üzerinden yapılan bu etnik temizliğin izleri maalesef kolay kolay silineceğe de benzemiyor. 1945’te Dil Kurumu’nun yayınladığı ilk Türkçe sözlük, Türkçenin kelime kadrosunun nasıl bir etnik temizliğe maruz bırakıldığının en bariz örneğidir. Bir önceki yazıda da belirttiğim gibi, kendinden önceki sözlüklerin en fakiri olma özelliğini taşıyor.
Bu açıdan bakıldığında, Cumhuriyet devrinin ilk nesillerinin nasıl dar bir kelime dağarcığına mecbur bırakıldığı görülebilir. Hiçbir dilin kelime dağarcığı, geçici bir süre kullanılıp da sonradan ihtiyaç kalmadı diyerek atılan uydurma kelimelerle doldurulmamıştır.
İşin daha acı olan tarafı ise bu yıkımın, yakın zamanda da devam ettirilmeye çalışılması. Bazıları dilimizi kurtaracağı iddiasıyla, bir plan devreye sokmaya çalıştı. Türkçenin ve Türk Edebiyatı’nın bin yılını yok sayacak bir müfredat operasyonuna girişildi ve yine bin yıldır kullanılan kelimelerin yasaklanması planlandı. Çok şükür ki bu operasyon tam anlamıyla faaliyete geçirilemedi. Eğer aksi bir durum söz konusu olsaydı, tüm öğretim kademeleri İngilizcenin hâkimiyetine bırakılacaktı.
Maalesef geçmişte yapılan yıkımların önüne geçebilmek mümkün değil. Artık belki yüzlerce kez yapıldığı gibi düzenleme değil asıla dönüş operasyonu yapılması gerekiyor. Niyet ne kadar iyi olsa da bundan sonra yapılacak tüm düzenlemeler, medeniyetimizi hep daha da geriye götürecektir. Çünkü elimizde sentetik kelimelerle dolu bir “Öztürkçe” ve Batı dillerinden aktarma Latince esaslı uyduruk kelimeleri ihtiva eden bir sözlük var.
Netice olarak geldiğimiz durum ortada. Tabii insanın aklına başka şeyler de gelmiyor değil. Acaba bu harf ve dil inkılabından maksat, 20. yüzyılda Türk milletini İslamiyet’ten koparma çalışmasının başarıya ulaşmaması mıydı? Bu yolda başarılı olamayanlar, dili değiştirerek farklı bir yoldan “İslam Birliğini” yıkmak mı istiyorlardı?
Bu amaçla çıkılan yolda, öncelikle birliğin koruyucusu olan altı asırlık devlet yok edildi. Bu uğurda milyonlarca insanın ölmesinin bile göze alındığı bir dünya savaşı çıkartıldı. Geçmişimizi oluşturan güzel kültürümüz ve değerlerimiz gericilik yaftasıyla itilip kakıldı. Batılılaşma medeniyet, Doğulu kalmak ise öldürücü bir zehir gibi gösterildi.
Koca bir millet, “Millileşmek” veya “Öztürkçe”ye geri dönüş safsatalarıyla cahilleştirildi. Maddi veya manevi anlamda bütün ilmi kitaplar yasaklandı. Devasa nitelikteki Osmanlı arşivi hurda kâğıt sıfatıyla yabancılara satıldı ve geçmişle olan bağ tamamen koparılmış oldu.
Planlar, bu inancın 1950’li yıllara kadar tamamen ortadan kaldırılması üzerine yapıldı. Ancak herkesin bir hesabı varsa, Allahü teâlânın da bir hesabı var!..
Vatanın en ücra köşelerindeki vatansever ve inançlı insanlar ve bunların yetiştirdiği gençler, bütün bu çabaları tersine çevirdi. “Allah” diyecek kimse kalmayacak dedikleri şu güzel vatanımızda, İslamiyet’e ve ecdadımıza olan bağlılığın her geçen gün artması gayet sevindirici.
Tarihimizi doğru kaynaklardan ve doğru alfabeyle öğrenebilmek dileğiyle…