Alfabenin değiştirilmesiyle bir medeniyet cinnete sürüklendi

Yorum yapılmamış Share:

20. yüzyıl birçok devrime şahitlik etti. Her şeyin eskisi bir kenara atıldığı dönemler yaşandı. Bunların içinde en büyük zarara uğrayan ve âdeta bir soykırıma maruz kalan ise Türkçe olduğu çok aşikâr.

Hiçbir dil böylesine tam teşekküllü bir kıyıma maruz bırakılmazken, bir anda bin yıldır kullanılan ve artık medeniyetimizin iliklerine kadar sinmiş olan alfabemiz yasaklanıverdi.

Latin harfleri millilik kılıfı altında göklere çıkartılırken, Arabi harfler zorluğundan dem vurularak Türkçenin yazılması uygun değil bahaneleriyle ötelendi. Eğer bir alfabenin milli olmasının ölçüsü, Türkler tarafından kullanılmasıysa, Arabi harflerin de bin yılı aşkın süre kullanılması sebebiyle, bize ait olduğu rahatlıkla söylenebilir.


Medeniyetleri inşa edenler, her zaman kültürlerine ve inanışlarına yakın olan dilleri esas almıştır. Mesela Batı’da kök dil olarak kabul edilen Latince kullanılırken, Osmanlılar’da ise Arapça kullanıldı. Bu bir medeniyetin tercihiydi ve bu kelimeler artık Arapçaya ait olmaktan çıkıp, yeni bir medeniyetin temelini oluşturmuştu.

Buna en güzel örneği ise Türk edebiyatının en büyük isimlerinden olan Ömer Seyfettin’in “Mahcupluk İmtihanı” isimli komedisinden verebiliriz.

Kitapta, Bîcan Efendi’nin dil bilgisini sorgulamaktadır. Türkçeden başka dil bilip bilmediğinin cevabı ise “Kuş Dili” şeklindedir. “Peki, yazısı da var mı?” diye sorulduğunda ise gelen cevap, Arabi harflerin ne denli Türkçeleştiğinin ve millet tarafından nasıl benimsendiğinin en büyük ispatıdır. “Türkçe harflerle de yazılır, Latin harfleri ile de.”

Ama maalesef dilin milletimize ve medeniyetimize mal olması hiç umursanmadı. Düşünmek için bile ona muhtaç olduğumuz gerçeği ne yazık ki göz ardı edildi. Fütursuzca yapılan değişiklikler, düşüncemizi etkilemekle kalmadı, aynı zamanda toplum hayatını da derinden etkileyerek, yıkıp geçti. Bir milletin hafızası dilidir ve onun kaybı insanları kitleler halinde ruhsuzluğa iter.

Siz bin yıldır kullanılan bir dili ve kelimeleri kaldırıp yerine öncesi olmayan bir dili ortaya çıkartırsanız, dil ile inşa edilen edebiyata, ilmi ve fikri faaliyetlere büyük darbe vurmuş olursunuz ve bunların gelişmesi sınırlı ufuklara kalır. Bugün Ömer Seyfettin, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa ve buna benzer güçlü kalemlerimizin olmamasının temel sebebi de budur.

Peki, dili, kültürü, değerleri ve medeniyet unsurları yok edilirken milletimiz neredeydi ve gerekli tepki neden gösterilmedi diyebilirsiniz.

Cevap olarak bakıldığında, bu yıkımın milliyetçilik maskesi altına saklandığını ve “Öztürkçeleşme” faaliyeti olarak gösterilmeye çalışıldığını görebilirsiniz. Yüzlerce yıl içinde teşekkül eden dilimiz, müdahale ve baskılarla doğal mecrasından çıkarıldı.

İşin en acı tarafı ise bu uygulamalar, geliştireceğiz dedikleri Türkçenin fakirleşmesine ve sonrasında yabancı kelimelerin medeniyetimizin üzerinde egemenlik sağlamasına yol açtığını, dilimizin şu anki halinden görebilmek mümkün.

Dilin kıymeti ancak dengi ile anlaşılır o düzeyde tasvir edilebilir. Sizin ifade gücünüz ne kadar kuvvetliyse, kendinizi yabancı birisine anlatmanız da o kadar kolay olur. Ancak bu şekilde ortaya güzel bir tercüme çıkartabilirsiniz. Maalesef “Öztürkçe”miz artık İngilizcenin derinliğini ve niteliğini karşılamaya kâfi gelmiyor.

J.W. Redhouse’un 1890’da basılan “Kitab-ı Meani-i Lehçe (A Turkish and English Lexicon) günümüze kadar basılan en kapsamlı sözlüktür. 1950’de yeniden basılan ise 60 yıl geçmiş olmasına rağmen kelime genişliği bakımından neredeyse ilkinin yarısına ulaşılabilmiştir.

En son 1990’da hazırlanan Çağdaş İngilizce-Türkçe Redhouse sözlüğü ise günümüzde kullandığımız dilin ne kadar daraldığını ayan beyan ortaya koymaktadır.

Şemseddin Sami’nin 20. Yüzyılın başında yayınlanan Kamus-ı Türki’sinde yani el sözlüğünde 30 bin civarında kelime varken, Dil Kurumu’nun hazırladığı ilk genel Türkçe Sözlük’te ise kelime sayısı 15 bin civarında kaldı. Birisi okul için hazırlanan, diğeri ise genel Türkçe sözlük. Durumun vahametini açıklamaya ihtiyaç yok.

Peki, Türkçe diğer dillerin aksine neden kapasite anlamında sürekli geriye doğru bir gidiş örneği sergiledi. Çünkü dilin gelişimi tabii seyrine bırakılmadı. Bu denli zarar vermesine rağmen, eğer medeniyetin akışına bırakılsaydı, belki durum bu kadar kötü olmazdı.

Gelinen noktada elimizde etnik temizliğe maruz bırakılan kelimelerle birlikte sentetik, sonradan oluşturulmuş ve zihni melekelerimizi sekteye uğratan, derinliksiz, ifade imkânı kısıtlı bir dile mahkûm edilmiş durumdayız.

Kısacası medeniyet hâlâ cinnet geçirmeye devam ediyor…

Previous Article

“Dil Devrimi”nden maksat, “İslam Birliği”ni yıkmak mıydı?

Next Article

Almanlar yenildiği için mi yenildik?

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.