(Sultan Baybars ve Memlük Sultanlığı: -7-)
Sultan Baybars, Orta Doğu’nun karmakarışık olduğu bir devirde, devletin devamını sağlayabilmek adına atılacak en önemli adımın bütün İslam âlemini tek bir sancak altında toplamak olduğunun farkındaydı.
Bunun için ise Moğolların mezalimi ile yıkılan hilafet makamını Kahire’de tesis etmesi ve tekrardan ayağa kaldırması gerekiyordu. Halifenin Memlük Sultanlığı’nın koruması altında bulunması, diğer İslam devletleri üzerinde de nüfuz sahibi olmak anlamına gelmekteydi. Baybars, bunun için kesif bir çaba harcarken, tahmin bile edemeyeceği bir fırsat ayağına geldi.
Ancak bunu anlatabilmek için bir müddet önceye, yedi yıl öncesine gitmemiz gerekiyor. Felaket senesi olarak tarihe geçen 1258 yılında Hülagu, Müslüman Türk şehirlerini yok ederek Bağdad’a kadar geldi ve burayı da yakıp yıkarak halkı kılıçtan geçirdi. Son Abbasî Halifesi Muttasım Billah’ı ise aman dilediği hâlde, atlıların ayakları altında ezdirip feci şekilde öldürdü. Abbasî ailesinin büyük küçük, erkek kadın tüm fertlerini, katlettirdi. En acı olanı da öldürülen kırk kadar şehzadenin daha beşiğinde olmasıydı. Böylece Abbasî Halifeliği yok olmanın eşiğine geldi ve az kalsın koca halifelik daha on üçüncü yüzyılda tarih sahnesinden silinmiş olacaktı.
Allahü tealanın hikmetiyle bir şehzade bu mezalimden, bir sadık adamı vesilesiyle kurtuldu. Tam ismi Ebû’l Kâsım İbnü’l-Bereket Ahmed bin Zâhir El-Mûstensir Billâh olan bu şehzade, 35. Bağdat Abbasi Halifesi olan Zahir’in oğlu ve 36. Bağdat Abbasi Halifesi olan Mustensir’in erkek kardeşi idi. Kimliğini gizleyerek normal bir insan gibi Kahire’ye sığındı ve uzun yıllar bu şekilde kaldı.
Bu saklanış, yazıya konu olan zamana yani Baybars’ın İslam âlemini tek sancak altında toplamak için uğraştığı devre kadar sürdü. Bir Cuma günü namaza giderken tesadüfen şehzadeyi gören Sultan, onun alnındaki parlaklığı ve yüzündeki asaleti hemen fark etti. Kim olduğunu kendisine sorduğunda aldığı cevap ise bir garip tüccar oldu. Bundan tatmin olmayan Baybars’ın ısrarları karşısında çaresiz kalan Şehzade Ahmet gerçeği açıklamak zorunda kaldı. Hemen onu himayesine aldı ve sarayında uzunca bir müddet misafir etti.
Memlük Sultanı, dört koldan düşmanların saldırdığı ve kesif mücadeleler içinde geçen böyle bir devirde ayağına kadar gelen bu fırsatı değerlendirdi ve şehzadenin de müsaadesini alarak hilafet makamını yeniden tesis etti. Baybars’ın bu hareketi, İslam âleminde asırlardan beri manevi ehemmiyetini muhafaza eden ve büyük önem taşıyan hilafet makamıyla birlikte Abbasi hanedanının da ortadan kalkmasını önlemiş oldu. Ayrıca kendi devletine de İslâm âleminde büyük bir manevi nüfuz kazandırdı.
1261 yılında Sultan Baybars, şehzadeden aldığı müsaade neticesinde, durumu halka açıkladı ve Şehzade Ahmet’i tanıtarak onlardan halife olarak biat etmelerini istedi. Halk bu durumu büyük bir sevinç ve heyecanla karşıladı. Çünkü soyunun dayandığı yer sebebiyle Abbasilere karşı büyük bir hürmet beslenmekteydi. Hatta son dönemlerde Mısır’da ortaya çıkan bolluk ve bereket dahi onun bu şehirde olmasına bağlandı. Neticede İbnü’l-Bereket ismiyle kendisine biat ettiler ve ismi hutbelerde okundu. Namına para basıldı. Fakat halifelik makamı sembolik bir mevkiden öteye gitmedi. Hükümet ve sultanlık işlerini tamamen Baybars’a devretti ve onu Kâsımüd-devle unvanı ile Mısır ve Suriye’nin hükümdarı ilan etti.
Bu sistem devletin yıkılmasına kadar bu şekilde devam etti. Memlük sultanlarının tahta çıkması ve İslamın sancaktarı olması hep halifenin tanıması ile gerçekleşti. Son üç sultana kadar da hep hürmet gösterilen bir mevkide kaldı.
Haftaya: Hilafet ile gelen güç ve Orta Doğu hâkimiyeti