Sabahattin Ali, Türkiye’nin önde gelen sol zihniyetli edebiyatçı ve şairlerinden birisidir. Bunun haricinde müdafaa ettiği sosyalist fikirlerine uymadığı için Tek Parti devrinin de en hızlı ve mühim muhaliflerinden birisidir.
Dizginlenemeyen ve önüne konulan manilere aldırmayan Sabahattin Ali’nin, Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve tek parti rejimi ile ilgili yayınlarına mani olmak mümkün olamamıştır. Yasaklanmıştır, hapse atılmıştır, kitapları toplatılmıştır ama her seferinde bir fırsatını bulup sıkı muhalefetini sürdürmekten geri kalmamıştır.
Kendisi Türkiye’de yaşananları ve kendisinin ortaya koymuş olduğu sert muhalefeti, şu hüzün ve şikâyet dolu sözlerle satırlara dökmüştür.
“Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”
En büyük hedefi “Tek Parti” hükümeti ve onun nezdinde Mustafa Kemal ve İsmet İnönü idi. Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa isimleriyle çıkardığı dergiler ve yayınlar ile muhalefetini zirveye taşımıştır. Hatta 1948 senesinde faili meçhul bir cinayete kurban gitmesinin de sebebinin bu olduğu, İsmet İnönü’nün onu bu sebeple öldürttüğü de iddia edilmiştir.
Birçok dava ile mücadele eden Sabahattin Ali, bazı davalarda ufak tefek cezalar ile sıyrılmakla beraber; bazılarından da mahkûm olmaktan kurtulamamıştır. Mesela Mustafa Kemal için yazdığı iddia edilen “Memleketten Haber”* isimli şiiri sebebiyle Konya ve Sinop’ta hapis yatmıştır. Bitmek tükenmek bilmeyen muhalefet aşkı, idealleri ve fikirleri sebebiyle adım adım kendi sonunu hazırladığının ise farkına varamamıştır.
1933 senesinde memuriyetten kaydı silinen Sabahattin Ali, Sinop hapishanesinden çıktıktan sonra tekrar muallimliğe dönmek ister. Önce İlköğretim Umum Müdürü Reşat Şemsettin Sirer ile görüşür. Fakat ondan meselenin kendisiyle alakası olmadığını, daha üst makamlara gitmesi gerektiği cevabını alır. Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur ile görüşür. Buradan aldığı cevap kısmi de olsa onu umutlandırır. Bayur, kendisini tekrar vazifeye iade edebileceklerini ancak, eski fikirlerini değiştirdiğini ispatlaması gerektiğini söyler.
Sabahattin Ali bunu nasıl yapacağını sorduğunda ise aldığı cevap onu derinden üzer. Çünkü içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için bir kaside yazması gerekmektedir. Bunu acı bir şekilde fark eden Sabahattin Ali, mecburen kendisinden istenene uygun olarak Varlık dergisinin 15 Ocak 1934 tarihli 13. Sayısında “Benim Aşkım”** başlıklı şiirini yayımlamıştır. Ancak bu şiirin edebi değerinin olmadığına ve zorlama yapıldığına inandığından mıdır bilinmez, sonrasında yayımladığı Dağlar ve Rüzgâr kitabında yer vermez.
Bütün bunlara rağmen hiçbir şey artık eskisi gibi değildir ve her şey değişmiştir. En yakınındakiler bile kendisine karşı cephe almış ve kimse yüzüne bakmamacasına ondan uzaklaşmıştır. Kimisi bunu kendi arzusuyla yaparken, kimileri de bulundukları çevrenin ve rejimin tehditleriyle yapmaya zorlanmışlardır.
Ancak onun için önemli olan, fikirlerini anlatmak ve bu cihette ne gerekiyorsa yapmaktır. Bu sebeple tekrar tekrar üşenmeden kapı kapı dolaşır ve yazılarını yayınlatacak bir yayınevi, fikirlerini anlatabileceği mecralar arar. Fakat hangi kapıya gitse görünüşte farklı, gerçekte ise tek bir sebep yüzünden kapılar yüzüne kapanır. Hatta bazı yerlerde konuşmasına bile müsaade edilmemiştir.
Bir tür cadı avına dönüşen bu günler onu oldukça zorlamıştır. Yollarının ayrılması neticesinde, eski dostlarıyla bile artık neredeyse hiç konuşamaz olmuştur. Sürekli bir hal alan izlenme, tutuklanma vb. hadiseler ile ruh hali oldukça bozulmuştur. Bir yandan da her geçen gün Sabahattin Ali hakkında açılan davalar da artmaya devam etmektedir. Neredeyse tamamı menfi bir şekilde sonuçlanmakla beraber, tecil edilenler de vardır ancak bu onun için sevindirici bir netice olmamaktadır. Çünkü artık Sabahattin Ali, sürekli olarak yeniden hapse gireceği korkusuyla yaşamaya başlamıştır.
Fakat bütün bunlara rağmen sert muhalefetinden de geri durmayarak, fırsat buldukça tenkit oklarını acımasızca yerine ulaştırmaya da devam etmiştir. Bu minvalde 1947 senesinde çıkarttığı Sırça Köşk ile ortaya koyduğu muhalefet ile de artık zirveye çıkmıştır. Bunun neticesinde kitap toplatılmış ve gizli yapılan takipler artık alenen yapılmaya başlanmıştır. Gölgesinden bile korkar hale getirilen Sabahattin Ali, hapsedilme korkusu ile birlikte ciddi manada bir bunalıma sürüklenmiştir.
Farklı devirlerde benzer baskılara maruz kalan Zekeriya Sertel, Sabahattin Ali’nin sürekli şikâyet ettiğini, bıkkınlık içinde bir psikoloji ile özellikle de tutuklanmaları için;
“Hani bir tane iki tane olsa, bir yıl, iki yıl, beş yıl her ne verseler, bilirim ki yatıp çıkacağım. Ama durum öyle değil, birinin ardından bir daha, onun arkasından bir kez daha, soluk aldırmıyorlar, bunlar beni hapisten çıkartmamak için bilerek tertipler yapıyorlar” dediğini anlatmıştır.
Bir keresinde de cezaevinde kendisini ziyaret eden Sabiha Sertel’e de,
“Bunlar beni, Nazım Hikmet gibi hapishanelerde çürütecekler” dediğinde, özgürlüğün ancak kaçmakla mümkün olacağına karar vermiş ve bu minvalde planlar yapmaya başlamıştır. Çünkü artık yazmayı veya fikirlerini insanlara anlatmayı bırakın, yurt dışına çıkmasına bile müsaade edilmemektedir. Artık yaşadığına bile şükreder hale gelmiştir. Ancak bu da çok uzun sürmeyecektir.
Etrafında kalan tek tük arkadaşlarının yardımıyla gizlice bir plan yaparak, yurt dışına kaçmaya karar verir. Ancak o kadar yalnızdır ki, plan yaptığı ve kendisini kaçırmak için yardımcı olacağını düşündüğü adamın (Ali Ertekin) bile istihbaratın adamı olduğunu fark edememiştir. Bu kaçış macerası ise 2 Nisan 1948 senesinde Bulgaristan sınırındaki Istranca Ormanı’nda cesedinin bulunması neticesinde tamamlanamadan nihayete ermiştir.
Arkasında sır dolu bir ölüm bırakan Sabahattin Ali’nin öldürülmesi ve arkasındaki bazı hakikatleri ise bir sonraki makalemizde ele alalım.
*Sabahattin Ali’nin Mustafa Kemal’e hakaret ettiği gerekçesiyle hapse atılmasına sebep olan şiir:
Memleketten Haber
Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Cümlesi belî der Enelhak dese,
Hâlâ taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Koca teres kafayı bir çekince
………………..
İskendere bile dudak bükünce
Hicabından yerler yarılmış mıdır?”
**Memuriyetinin iade edilmesi için, Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur tarafından bağlılığının ispatlanmasının istenmesi sonrasında yazdığı şiir. 15 Ocak 1934 tarihli Varlık’ta (13. Sayı) yayınlanmıştır.
Benim Aşkım
Bir kalemin ucundan hislerimiz akınca
Bir ince yol onları sıkıyor, daraltıyor;
Beni anlayamazsan gözlerime bakınca
Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor.
Daha pek doymamışken yaşamın tadına
Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına
Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına
Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor.
Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran,
Sensin Ülkü adıyla beynimde dimdik duran
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran;
Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor.
Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye?
Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.