I. Cihan Harbi’nin Mondros Mütarekesi sonrasında neticelenmesiyle, Almanya ile Versay, Avusturya ile Saint Germain, Macaristan ile Trianon ve Bulgaristan ile de Neuilly muahedeleri imzalandı.
Almanya ve Avusturya’dan koparılan topraklar üzerinde yeni devletler kuruldu. Almanya Batı Prusya, Saarland ve Alsace-Lorraine gibi Alman yurdu olarak bilinen eyaletleri kaybetti. Aynı ittifak içinde bulunan Bulgaristan ve Macaristan’da da toprak kayıpları yaşandı ancak Almanya ve Avusturya’ya göre çok daha az seviyelerde kaldı. Toprak kayıpları ve yeni devletlerin kurulmasından çok daha mühim olan ise imparatorluk olarak harbe giren devletlerin hepsi milliyetçi esaslara dayalı birer basit devlet çerçevesine sokuldu.
Mağlup İttifak Devletleri ile yapılan bu müzakereler birkaç ay gibi kısa bir zamanda imzalandı ve nihayete erdirildi. Osmanlı İmparatorluğu ise hususi durumu (hilafet ve Müslüman tebaaya sahip geniş topraklara sahip olması) hasebiyle bu müzakerelerin dışında tutuldu ve ayrı bir çerçevede değerlendirmeye alındı. “Yeni Dünya Düzeni” planı gayesiyle hareket edildiği için nihayete ermesi de uzun sürdü.
Osmanlı Devleti macera uğruna ve hiçbir mesnedi olmayan sebeplerle, tecrübesiz devlet adamları yüzünden harbe sokularak parçalanmanın eşiğine getirildi. Müslüman Türklerin bir daha başlarına dert olmaması ve “Tarihî Şark Meselesi”nin tamamen neticelendirilmesi maksadıyla başta İngiltere olmak üzere müttefik devletler sıkı bir plan çerçevesinde çalışıyorlardı.
Bu arada Sultan Mehmed Vahideddin Han’ın tahta çıkması İngilizlerin planlarını gözden geçirmesine sebep oldu. Çünkü padişah sıkı bir İttihat ve Terakki düşmanıydı. Bununla beraber devletin harbe girmesinden de onların beceriksiz idarelerinin mesul olduğunun da farkındaydı. Ağabeyi Sultan II. Abdülhamid Han gibi bir denge siyaseti güderek, İngilizleri de Almanları da çok mahir bir şekilde idare ediyordu. Bu sayede elde etiği imkânları ise zaman kazanmak maksadıyla kullanıyordu.
İstanbul’da müttefik devletlerin orduları tarafından sıkışmış ve hareket etme imkânı olmayan bir vaziyette olan Vahideddin Han’a göre, kurtuluşun tek çaresi Anadolu idi. Bu sebeple oradaki mahalli mukavemet hareketlerine girişen halkı bir elde toplayarak, sulh müzakerelerinde elini kuvvetlendirme gayesindeydi. Bunu gerçekleştirerek muahededen iyi şartlar altında çıkmayı ümit ediyordu. Bu sebeple o sıralarda İttihatçı olmamasıyla ve onlara karşı olan tavrıyla bilinen Mustafa Kemal’i müfettiş olarak fevkalade salahiyetle Anadolu’ya gönderdi.
Böylece padişah Anadolu’dan gelecek olan muvaffakiyet haberlerine kadar müttefik devletleri oyalama taktiği içerisine girdi. Fakat İngilizlerin bu oyalama taktiğiyle beklemeye de tahammülü yoktu. Farklı yollar ile Sevr’in imzalatılmasına çalıştılar ve bu manada olabildiğince tehditkâr unsurlar da kullanmaktan geri durmadılar. Fakat bu sefer de Sultan Vahideddin Han’ın gerekirse tahttan feragat edeceğini ileri sürerek Sevr’i imzalamaması belirtmesiyle hadise başka bir tarafa sürüklendi.
Bu gelişme neticesinde İngilizler b planını devreye sokarak, cihetlerini zaman zaman da temasa geçtikleri Mustafa Kemal’e çevirdiler. Anadolu hareketi ile görüşülerek onlarla anlaşıldı ve ikinci plan devreye sokuldu. Bu hamle ile artık İngilizler saltanatı tamamen gözden çıkartmış oldular.
İngilizlerin bu planı, en başından beri ikili oynadıklarının ve her iki tarafı da idare ettiklerinin bariz bir göstergesidir. Veya başından beri aslında planları bu cihetteydi ve sadece şartların olgunlaşmasını bekliyorlardı…
- Tags: ingilizler, siyaset, sultan vahideddin han