Son yüz yıldır niyetlerinin kötülüğünde şüphe etmediğim bazı insanlar Osmanlı’yı ve özellikle padişahları kötü göstermek için fırsat kolluyorlar. Onların dini istismar ettikleri, saray içindeki yaşantılarının İslamiyet’e muhalif olduğunu bile söylüyorlar. Bu haftaki yazıda bahsedeceğimiz Cem Sultan’ın çilelerle dolu serüveni bunlara cevap olarak yetişir.
Fatih Sultan Mehmet Han’ın küçük oğlu olan ve ömrünün büyük bir kısmı sürgünlerde geçen Şehzade Cem’in hatalarla dolu kararlar silsilesi, babasına vekillik yapmak için İstanbul’a gelmesiyle başlar aslında.
Babasının Otlukbeli’nde yenildiği dedikodusuna aldanan şehzade, divanı toplama kararı alır ve bir nevi padişahlığını ilan eder. Uzun zaman kendisinden haber alınamamasına rağmen savaştan zafer kazanarak dönen Sultan II. Mehmed ise bu duruma çok üzülür. Oğlunun aklını çelenleri cezalandırmakla beraber, Şehzade Cem’i de Karaman-Konya valiliğine atar…
Fatih Sultan Mehmed vefat ettiğinde ise işler daha da kızışır. Çünkü İstanbul’da iki paşa ki birisi Sadrazam, kendi tuttukları şehzadeye haber gönderme telaşındadır. Çünkü tahta ilk kim ulaşırsa onun olacaktır. Geç kalan şehzade için ise durum malumdur.
Nitekim Sultan II. Mehmed’in meşhur Kanunnâme’sine koydurttuğu “Her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola karındaşlarını nizâm-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulemâ dahi bunu tecviz etmişlerdir…” hükmü neticesinde boğdurulacaktır.
Aslında Şehzade Cem’in padişah olması beklenmektedir çünkü Sadrazam Karamani Mehmed Paşa, onu tutmaktadır. Fakat Şehzade Bayezid herkesi şaşırtır ve hızlı bir yürüyüşle İstanbul’a gelerek tahta oturur. Artık şehzade Cem’in önünde iki ihtimal vardır. İsyan etmek veya ağabeyi Bayezid’e biat ederek merhametine sığınmak.
İlk başlarda onun da kararı bu yönde olsa da, etrafındakilere kanarak ağabeyinin gönderdiği Ayas Paşa’nın ordusuna karşı durur ve Bursa’da padişahlığını ilan eder.
Ama karşısında koskoca Osmanlı Devleti vardır Bayezid’in kardeşini mağlup etmesi kaçınılmazdır. Yenik, yaralı ve yorgun Cem, Memlükler’e sığınmak zorunda kalır. Kahire’de bir sultan gibi karşılanır. Gösterilen bu itibar sebebiyle cesaret bulur ve tekrar ayaklanır. Her teşebbüs sonrası hüsran ise bir öncekine göre daha fazladır.
Artık yenildiğini ve teslim olması gerektiğini düşünür ama fitne peşini bırakmaz. Bu sefer Karamanoğulları Beyi Kasım’a kanar ve Rumeli’ye geçip oradan hareket etmeye ikna olur. Bunun için Rodos Şövalyeleriyle anlaşır ve bir daha ayak basamayacağının farkında olmadan Osmanlı topraklarından ayrılır…
Rodos adasında Rumeli’ye geçmek için gün sayarken, kendisini hükümdar gibi karşılayan şövalyelerin başı Pierre d’Aubusson ise farklı düşünceler içindedir. Şehzade’nin bu düşünceyi fark ettiğinde ise iş işten geçmiştir ve artık Hristiyan dünyasının çok değerli bir tutsağı hâline gelmiştir.
Fakat şövalyeler de onu orada çok fazla tutamazlar. Çünkü Sultan Bayezid’in tehdidi günden güne artmaktadır. Artık adanın bile güvenliği tehlike altındadır. Bu sebeple yine yollara düşer ve Fransa’ya gönderilir. Bu büyük kozun Fransa’nın eline geçmesini istemeyen Roma ise onu Rodos Şövalyelerine kaçırtarak, Roma’ya getirtir. Artık ipin ucu başkalarının elindedir ve nereye çekilirse oraya gitmektedir.
Roma’da ise onu derinden sarsacak bir teklif beklemektedir. Papa Innocentius Octavus büyük bir orduyla birlikte Avrupa’nın başına geçmesini ve ağabeyi Bayezid’den intikamını almasını sağlayabileceğini ama bir tek şartının olduğunu söyler. Şartı ise çok ağırdır:
“Roma’da yeniden doğduğunu açıklayacaksın. Hazırlattığım bildiriyi imzalayacaksın. Hristiyan bir asilzade olarak bundan sonra Papalığın himayesinde hilale karşı haçın zaferi için savaşacaksın!..”
Saltanat için, devletin başı olabilmek için ve ağabeyini yenebilmek için imanından vazgeçmek! Ama o bu yola ağabeyinden intikam almak için veya saltanat gailesi için çıkmamıştı. O bu yola Allah ismini daha da ileriye, sancağı daha da yükseğe taşımak için çıkmıştı. Cevabı da buna uygun oldu:
“Papa efendi. Sen bizden bedel değil, ruhumuzu da istiyorsun. Taht için sultana başkaldırdık diye, imanımıza da isyankâr olacağımızı düşündüysen büyük bir hata etmişsin. Hâlbuki ben dinimi, Osmanlı memleketi için değil, bütün dünya saltanatı için bile vermem!..”
Şehzade Cem’in bu cevabı Papa’yı şaşkına çevirdi çünkü onlar tam aksini bekliyordu. Saltanat için imanından vazgeçmesini bekliyorlardı. O gün her şeyin para olmadığını ve gayenin farklı olduğunu en güzel şekilde anlamış oldular.
Aslında bu cevap Papa’nın nezdinde Avrupa’ya atılan bir tokat oldu. Gerçek bir Müslümanın para, saltanat, şöhret yani dünyalık için asla dininden vazgeçmeyeceği net bir şekilde anlaşılmış oldu.
Bu kıssa; bırakın bir padişahın, mağlup olmuş ve hayattan ümidini kesmiş bir şehzadenin bile İslamiyet’e ne kadar bağlı olduğunun büyük ispatıdır. Ancak bir noktayı da belirtmeden yazıyı sonlandırmak hoş olmaz.
Bütün bunlara rağmen, ne kadar iyi olursa olsun, ne kadar üstün yetenekleri olursa olsun neticede Cem, Osmanlı Devleti’ne karşı isyankâr olmuştur. Bu hareket, Osmanlı Devleti’nin bir müddet elinin kolunun bağlanmasına da sebep olmuştur. Bu, zarar olarak yeter de artar bile…
…..
Not: Şehzade Cem’in hüzünlü sürgün hayatı yine bir sürgün esnasında, Roma’dan Fransa’ya giderken 1495’te son buldu. Ölümü ile ilgili birçok söylenti olmasına rağmen, hangisinin doğru olduğu bilinmemektedir.
Fransa kralı sekizinci Charles ile ilk görüşmelerinde yanlarında bulunan Sanuto, Cem Sultan’ın müthiş bir harb adamı olduğunu anlayarak; “Bu Şehzâde’nin Osmanlı tahtına geçmeyişi, Hıristiyan âlemi için Allah’ın bir lütfudur” demekten kendini alamamıştır. Ancak Şehzade Cem padişah olsaydı, bu dünya Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibilerini de görür müydü, bilinmez!..
- Tags: papa