Müslüman, Hristiyan ve Yahudi. Kim olursa olsun, hangi dinden olursa olsun Osmanlı’dan sonra öksüz ve yetim kaldı. Çünkü onlar giderken yanlarında getirdikleri tüm güzellikleri de beraberlerinde götürdüler.
Peki, Osmanlı nasıl bu kadar uzun ömürlü oldu ve küçük bir beylik iken, kültür ve medeniyetiyle üç kıtaya hükmeden imparatorluk hâline gelebildi
Bunun birçok sebebi var ancak biri var ki; Osmanlıyı Osmanlı yapan işte odur. Ertuğrul Gazi ile başlayan ve asırlar boyunca babadan oğula geçen İslamiyete olan bağlılık. O yüzden Osmanlıyı bilmek ve anlamak istiyorsanız önce İslamiyeti anlamalısınız.
Osmanlılar, muazzam güç ve kudretlerinin yanında, günümüzde film, dizi ve yazılı medya yoluyla anlatıldığı gibi gurura, kibre, debdebeye ve insani arzulara değil, mütevazılığa, sadeliğe ve İslamiyetin emirlerine önem verdi. Gösterişten, şaşaadan uzak oldukları gibi, yerli halka; biz üstünüz, istediğimizi yaparız gibi tahakkümde bulunmadılar ve adaleti hiçbir zaman elden bırakmadılar. Fethettikleri yerlerde halka karşı o kadar adaletli davrandılar ki; onlar, kendi yöneticileri ile mukayese ettiklerinde, aradaki farkı gördüler ve kendi istekleriyle Osmanlı askerine şehri teslim ettiler.
Devletin kurucusu Osman Gazi’nin ölmeden önce oğlu Orhan Gazi’ye ettiği vasiyette de aslında İslamiyetin o güzel temeli yatmaktadır. “Sakın orduya ve zenginliğe mağrur olma! Hakiki âlim ve ariflere hürmet edip sarayında onlara yer ver. Benim hâlimi örnek al! Hiç lâyık olmadığım hâlde bunlara hürmet ettiğim için bu duruma geldim. Allahü teâlânın nice ihsanlarına kavuştum. Müslümanları ve sana itaat eden gayr-i müslim kimseleri himâye et! Devletin parasını israf eyleme, ihtiyaçların dışında harcama! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatte bulun! Daima adalet ile hükmet!”
Babasının yolunu aynen devam ettiren Orhan Gazi, samimi bir Müslüman olarak ilme ve adalete çok önem vermiştir. O da babası Osman Gazi gibi, bu yoldan ayrılmamaları için oğullarına çok güzel bir vasiyet bırakmıştır.
“Oğul, saltanatınla mağrûr olma! Unutma ki dünya, Sultan Süleyman’a kalmamıştır. Saltanat, Allahü teâlânın dinine hizmette büyük bir fırsattır. Bu fırsatı iyi değerlendir! Ey oğul, adaletle hükmeyle! Gazileri gözet! Dine hizmet edenlere hizmeti şeref say! Fakirleri doyur. Zalimleri cezalandırmada gecikme! Adaletin en kötüsü, geç tecelli edendir. Sonunda hüküm isabetli bile olsa, geciken adalet zulümdür…”
Belki diyebilirsiniz bir Türk olarak, bir Osmanlı âşığı olarak sen elbette onları öveceksin, göklere çıkartacaksın. Peki, o zaman bir de yabancı gözüyle bakalım. Yabancı tarihçi Gibbons, Osman Gazi’yi anlatıyor: “Osman Gazi, dininde o kadar saf ve temiz idi ki, sanki büyük adaşı Halife Osman’ın ve daha evvelki halifelerin ikinci nüshası idi. Dinî gayreti ile heyecanlı olmak ve dini, hayatta en birinci ve evvelki gaye yapmak manasına alınırsa; Osman Gazi mutaassıptı yani dinden taviz vermezdi. Fakat ne kendisinin ve ne de doğrudan doğruya kendisinden sonra gelenlerin müsamahakârlığına kimse bir şey diyemez…”
Onlar gittikleri yerlere gözyaşının aksine, güzel ahlak ve adalet götürdüler. Kültür ve medeniyetlerini paylaştılar. İşte Osmanlının özü, aslı budur. Bu hususları ve İslamiyeti insaflı ve peşin hüküm olmadan incelerseniz Osmanlıyı anlayabilirsiniz. Aksi takdirde Osmanlıları tanıtacağız derken, yanlışlıkla kötülük yapmış olursunuz.
Onlar kültür ve medeniyetlerini alıp götürdüler ve dünya adaletten, merhametten ve sevgiden mahrum kaldı.
Osmanlıları tanımak ve tanıtabilmek dileğiyle…