I. Cihan Harbi sonrasında, Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin yenik sayılmasına ve aynı zamanda da koca devletin sonunun başlangıcına sebep olmuştur.
25 maddeden müteşekkil, Rauf Orbay Bey’in imzaladığı ve “ıstıraplı felaket” olarak tanımladığı bu mütareke aslında Osmanlı Devleti’nin fiilen tasfiye sürecini başlatmış oldu. Muhatap ise ihtilaf devletleri nezdinde sadece İngilizlerdir ve gerisi teferruattan ibarettir. İngilizlerin insafına kalmış bir devlet. Kazım Karabekir ve Rauf Bey de bunu açıkça belirtmişlerdir. Rauf Bey ise durumu “Mütarekenamenin şartları ağırdır. Bununla beraber onları yerine getirmeğe sadakatle çalışacağız. İngiliz devlet ve milletinin imzalarına sadık, vaatlerine vefakâr olduklarına itimadımız vardır. Bu inanç, üzerimize düşen ağır vazifeyi yapmakta bize cesaret verdi…” şeklinde yorumlamaktadır.
Peki, Osmanlı için sonun başlangıcı olan bu mütareke, İngilizler için neden bu kadar önemliydi ve niye bunun üstüne bu kadar düşüyorlardı?
Önce görünen önemli sebeplerinden bahsedelim. Birincisi, sadece İngilizler için değil, tüm dünya için stratejik önem taşıyan Boğazlar’ın kontrolü. Ayrıca 7. ve 24. maddeyle, tehlike durumunda stratejik noktaların işgalinin meşru hâle getirilmesini de unutmayalım. Osmanlı askerleri terhis edildi ve telsiz, telgraf haberleşmesinin kontrolü de ihtilaf devletlerinin eline geçti. Burada tuhaf olan ise; hükûmet ve diğer çevrelerde esen iyimser havaydı. Mesela Ahmet İzzet Paşa hükûmeti, Mondros’u “ehven bir mütareke” şeklinde yorumlamıştı. Hariciye Nazırı Mehmet Nabi ise “Osmanlı Devleti’nin hükümranlık hakları ihlal edilmeyecek çünkü mütareke hükümleri nispeten mülayimdir” demiştir. Suriye cephesinden yeni gelmiş olan Mustafa Kemal de Vakit gazetesine verdiği mülakatta, İngilizlere karşı uzlaşmacı bir tavır izleyerek, Britanyalıların iyi niyetlerinden asla şüphe etmediğini açıkça belirtmiştir. İşin daha tuhaf olan noktası ise bu iyimser havanın kamuoyunda da hâkim olmasıydı. Mesela Tasvir-i Efkâr gazetesi, ilk sayfasında etrafı çiçeklerle süslenmiş, üstünde güneş doğan mütareke temsiliyle ülkeye getireceği barış, huzur ve güneş gibi aydınlığın hayalini resmetmişti.
Ancak İngilizler bu havadan hiç hoşnut değillerdi. Çünkü herkeste harbin bitmesiyle bir sevinç ve eski günlere geri dönüş umudu vardı. Onların yıkmak istediği ise aslında bu düşünceye sebep olan birlik ve beraberlikti. Osmanlı Devleti’ne karşı uygulamış olduğu bu ağır dayatmaların, ders vermek istediği diğer devletler tarafından algılanmayacağını düşündüler. Çünkü Osmanlı’nın ve İslamiyet’in en büyük düşmanı olan İngilizler, aslında halifenin başında bulunduğu İslam Birliği’nin düşmanıydı. Sömürgesi altında bulunan devletlerin çoğunluğunun Müslüman olması ve her fırsatta bu birlik sebebiyle birtakım siyasi hareket ve isyanlara kalkışmaları bu anlamda onları ürkütüyordu. Mütarekedeki ağır şartlar, diğer ülkelere de siyasal ve psikolojik anlamda gözdağı vermeliydi.
Bu gözdağıyla İslam Birliği’nin dağılması ve parça parça olması ise mütarekenin arkasında yatan ve görünmeyen en önemli sebebiydi. Osmanlı Devleti’ni siyasi ve askerî açıdan teslim almaları gerekiyordu. Fakat bu mülayim hava istedikleri neticeyi elde etmelerine engel oldu. Bu da onları Musul, Batum ve İstanbul gibi stratejik yerlere yoğun bir şekilde işgal hareketi başlatmak zorunda bıraktı. Mütarekenin ve sonrasındaki işgalin tek olumlu yönü olarak, Millî Mücadelenin miladını oluşturduğu belirtilmektedir. Neticede bir yabancı devletin (Almanya) teşvik ve tahrikiyle girdiğimiz bir savaştan, yine yabancı devletlerin oluşturduğu (İngiltere, Fransa, İtalya) askerî bir grubun zorlamasıyla, Mondros Mütarekesiyle çıkmış olduk.
Yani biz Almanlar yenildiği için değil, İngilizlerin yüzyıllardır yapmış olduğu planlar meyvesini verdiği için yenildik. İslam Birliği’nin yani Hilafetin gücünden ölümüne korktukları için dayattıkları Mondros Mütarekesi yüzünden yenildik.