Günümüzde bile hâlâ tam manasıyla anlaşılamayan bir muahede olan Lozan, derinlemesine mütalaa edilemeyen mevzulardan bir tanesidir. Her seferinde yüksek setlerle çevrili kalıplaşmış zihniyetler sebebiyle yol alabilmek mümkün olmamaktadır.
Bu setler, yeni kurulan rejimin kabulünü kuvvetlendirmek adına geçmişimiz üzerinde yapılmış tahribatlardan başka bir şey değildir. Aslında tam da bu sebeple en büyük evleviyeti (önceliği) da buna vermeliyiz. Lozan atfedilen kutsiyetten arındırılarak, tabii bir zemine çekilmek zorundadır ki ehilleri tarafından tartışılsın ve gerçekler ortaya çıkartılsın.
Ancak bu yapılırken bir daha eski hataların yaşanmaması için azami gayret gösterilmelidir. Çünkü Türkiye’de yakın tarihin nasıl bir tahrifata uğradığını öteden beri biliyoruz. Vesikalar imha veya tahrif edilmiş, haklılar haksız, haksızlar haklı, kahramanlar hain ilan edilmiş, sahte kahramanlara kucak açılmış, nihayet askerî ve siyasi kayıpların üzeri itinayla örtülürken ufacık kazançlar alabildiğine büyütülmüştür. Bütün bunlar bir ideolojinin zorla kabul ettirilmesi amacı güdülerek, gerçeklerin çarpıtılarak yapılmıştır. Tabir yerindeyse kötü ve hainler hep tarihi yazanların karşısındakiler olmuştur. İşte bu sebeple öncelikle orijinal vesikalara dayanarak ve hiçbir ideolojinin etkisinde kalmadan yola çıkılmalıdır. Bu noktada yapılan tahribata; Lozan’daki icraatlarıyla tavizkâr olarak nitelendirilen İnönü ile ilgili verilecek iki misal, durumun ne kadar vahim olduğunu ve kaynakların bizlere nasıl çarpıtılarak aktarıldığını gözler önüne serecektir.
Şevket Süreyya Aydemir, İsmet İnönü’yü anlattığı “İkinci Adam” isimli kitabında, gerek Lozan’da ortaya koyduğu kusurlarını, gerek Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı devirlerinde ortaya koymuş olduğu tek adam siyasetini ve zulümlerini görmezlikten gelmiş hatta bazı yerlerde daha feci bir hata yaparak bu kusurları büyük birer faziletmiş gibi takdim etmiştir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında çok büyük emekleri bulunan Kâzım Karabekir Paşa ve Ethem Bey (Çerkez) gibi İstiklal kahramanlarını ise yerden yere vurmaktan kaçınmamıştır.
Maalesef bizim okullarımızda okutulan İnkılap Tarihi derslerinin, maksatlı olmaları hasebiyle başından beri sicili karanlıktır. Şu misal tahribatın durumunun en mühim delilidir. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsünde öğretim görevlisi olan bir akademisyen, yapmış olduğu çalışmasında şöyle bir ayrıntıya yer veriliyor. “4 Şubat 1923 günü İsmet Paşa Lozan’da kaldığı otele döndüğünde, ne olduğunu öğrenmek isteyen gazeteciler etrafını sarmıştı. Paşa ‘Hiçbir şey!’ diye cevapladı: Esareti kabul etmedik.” Hâlbuki çalışmanın bu bölümü için gösterilen kaynakta ise ibare tamamen farklı bir şekilde yer bulmaktadır. “Bütün fedakârlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim, fakat memleketin iktisadi esaretini reddettim.”
Gösterilen kaynak kitapta “Her şeyi kabul ettim” diye bahsedilirken, doktora tezinde bu söz “Hiçbir şey” olarak değişmiş. İnönü, “İktisadi esareti reddettim” diyor, akademisyen ise iktisadi kelimesini tırpanlayarak “Esareti kabul etmedik” şeklinde kelimeleri değiştiriyor. Lozan’ın zafer olduğu fikri aslında senelerce bu tarz tahrip edilmiş kaynaklarla bizlerin mecburi kabulüne sunulmuştur.
Bu kaynaklara baktığımızda Lozan, Misak-ı Millî sınırları çerçevesinde gerçekleşen bütün toprak kayıplarına rağmen zaferdir. Üstelik saltanat, hilafet -hilafetin kaldırılmasına rağmen patrikliklerin kaldırılamaması da aslında başlı başına bir zaaftır ve bu Siyonist ve Masonlara verilmiş bir taviz olarak ele alınmaktadır-, medrese, tekke, şer’i hukuk, fes ve koskoca mazinin kaybına rağmen zafer ilan edilmiştir.
Bütün bunların ışığında hezimet veya zafer ifadelerini tekrardan gözden geçirmeliyiz. Yalnız bunu gerçek manada yapabilmek için Lozan’a atfedilen kutsiyetin baskısından kurtulmak zorundayız.
- Tags: ismet inönü, lozan, tarih tahribatı