İsmet İnönü şüphesiz ki; yeni devletin yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve yerleşmesinde rol oynayan ikinci en kritik şahsiyettir. Sonradan araları bozulup, ciddi tartışmalar vuku bulmuş olsa da onun için Mustafa Kemal’in en yakın adamı, sağ kolu ifadeleri çok yerinde olacaktır.
Mustafa Kemal’in erken yaşta hayatını kaybetmesinden sonra ülkenin başına geçti. Kimileri tarafından Cumhuriyetin bekçiliği açısından bu en tabi hak olarak görülse de bazı kesimler, özellikle İsmet İnönü karşıtı olan halk fırkacılar itiraz etmişlerdi. Bunun en mühim sebebi son vakitlerde iki silah arkadaşının arasının bozulmasıydı. Hatta iş o raddeye kadar gelmişti ki, ölmesine yakın Mustafa Kemal, İnönü’ye suikast yapılması noktasında talimat verdiği bile iddia edildi.¹
Başvekilliği devrinde hep ikinci plandaydı ve ikinci adam olarak kaldı. Ancak Reis-i Cumhur olduktan sonra ön plana çıkabildi ve 1950 senesine kadar da bu şekilde devam etti. Bu zaman sarfında birçok çarpıcı faaliyet yürüttü. Mustafa Kemal için ifade edilen “Ebedi Şef” payesine karşılık, kendisine “Milli Şef” payesini kondurmaktan geri durmadı. Birçok meselede adeta onunla bir yarış haline girdi. Öyle ki; bir müddet sonra paralara kendi resmini koydurdu. Onun büstlerinin yanında kendisinin büstleri de yer almaya başladı. Ayrıca Gezi Parkı’ndaki gibi planlanan, çalışması yapılan ancak yerleştirilmesi mümkün olmayan heykeller de işin cabasıydı. Bütün bu icraatları; Reis-i Cumhur makamı sayesinde kutsandığı için de hesap sorulamaz hatta eleştirilemez bir noktaya ulaştı.
Demokrat Parti’nin başa gelmesinden sonra istemeyerek de olsa iktidarı teslim etti ancak askerin gücünü tehdit unsuru olarak kullanıp, eski defterlerin açılmaması şartını koştu. Bu sebeple yine hesap sorulmaktan kurtulmuş oldu. Ancak yeni iktidar, Milli Şef figürünü silmekte kararlıydı ve bu minvalde paradan İnönü’nü resmini kaldırmak da dâhil birçok adım atıldı. 50’lili senelerin sonlarına doğru ise artık o tartışılan bir adamdı. Fakat 27 Mayıs ihtilali neticesinde bir kere daha sorgulanmaktan ve hesap sorulmaktan kurtuldu.
Hemen 27 Mayıs ihtilali sonrasında Orgeneral Cemal Gürsel’in, “Emirleriniz bizim için daima (haşa) peygamber buyruğudur Sayın Paşam” sözlerine karşılık, “Memleket ve millet için hayırlı bir iş yaptınız. Büyük iş yaptınız. Mutlu ve uğurlu olmasını dilerim. Başarınız için asıl ben sizin emrinizdeyim. Ne zaman bir arzunuz olursa emrinize amadeyim” sözleriyle bir kere daha kutsandığı için yine kimse yan gözle bakamadı. Zaten asker için o her daim “Milli Şef” olarak kalacaktı ve buna mani olanın da vay haline tavrı hâkimdi.
1965 senesinden sonra Adalet Partisi’nin iktidara gelmesiyle muhalif sıralar bir kere daha kıpırdanmaya başladı ancak o hâlâ askerin Paşa’sıydı ve sahip çıkmak mevzusunda kesin kararlıydılar. Neticede devletin her kademesinde kutsama ve sahip çıkma yarışına girişildi. Öldükten sonra da maalesef bu yarıştan vazgeçilmedi. Neticesinde günümüzde bile İnönü’nün 50 sene devam eden saltanat devri ve öncesine dair bilinmeyenler tam manasıyla aydınlatılmış değildir.
İsmet İnönü’nün Amerikan Mandasına dâhil olma cihetinde ortaya koymuş olduğu fikriyatı ve bir devire kadar her ortamda bu fikrini müdafaa etmesi de bu bilinmeyenlerin en mühimlerindedir. Bir ülkenin mandasına girme fikri her ne kadar onun üstüne yapışmış gibi gözükse de aslında Sivas Kongresi’nde konuşulup karara bağlanan bir meseledir. Gerek Nutuk’ta gerek İstiklal Harbimiz kitabında İngilizlerin veya Amerikalıların mandasına girme mevzusunun kongrenin içeriğinde olduğu görülmektedir. İnönü’ye ithaf edilmesine ise Kazım Karabekir aracılığıyla Milli Mücadele Heyeti’ne gönderilmiş olduğu rivayet edilen ve bu fikri müdafaa eden mektup sebep olmuştur. Kongrede mandanın Amerika Birleşik Devletleri cihetinde tercih edilmesi müzakere edilmiş ve karara bağlanmıştır. (Madde 7) Hatta Mustafa Kemal de bu sırada o mecliste bulunmakla birlikte mütalaalar esnasında ses çıkartmamıştır. Bu bir nevi onun da bu kararı tasvip ettiği şeklinde yorumlanmıştır.
Mustafa Kemal’in 4 Mayıs 1920 senesinde The New York Times gazetesine vermiş olduğu mülakatta yer alan, “Biz mandayı bir süre önce istemiştik. Daha sonra şartlar öyle gelişti ki, Amerika mandayı üstlenmedi” sözlerinden de görüldüğü gibi, aksi bir mülahaza (görüş) belirtmiyor aksine böyle bir meselenin olduğunu ancak Amerikalıların kabul etmediğini tasdik ediyor.
Burada ortaya çıkan netice ise aslında mandacılık suçunu (zamanın şartları göz önüne alındığında bunun ne kadar suç olduğu veya olmadığı da tartışmalıdır) tamamen İnönü’nün üzerine yıkarak Atatürk’ün aksi bir fikirde olduğunu gösterme çabasından başka bir şey değildir. Yani sadece İnönü’nün mandacı olduğunu ve ülkeyi o cihete sürüklediğini ve bunun Kazım Karabekir sayesinde engellendiğini söylemek mantıksızdır. İnönü sadece kendince gördüğü lüzum dâhilinde ve zaten kongrede görüşülen cihette fikriyatını belirtmiş ve müdafaa etmiştir.
Bu mevzuya muvazi (paralel) olan ve irtibatlandırılan diğer bir mevzu ise İsmet İnönü’nün Milli Mücadele mevzusunda isteksiz olduğu ve aynı zamanda bu mücadeleye de inanmadığıdır. Hatta bu noktada hata yapıldığını bile söyleyerek inat ve ısrar edilmemesini teklif etmektedir. İnönü’nün kendi mektubunda yer alan “Tam tersine Anadolu’da tutulan hatalı yolun inat ve ısrarla takibinden doğan neticeler bakalım ne olacaktır?” sözleri de bunu tasdik etmektedir.
Kazım Karabekir bununla ilgili hatıralarında bu karşı çıkışın ve itirazın 1919 tarihinde göndermiş olduğu mektupla sınırlı kalmadığı ve devamında göndermiş olduğu mektuplarda da aynı durumu sürdürdüğünü belirtmektedir. 1920’nin başlarına kadar süren bu kabullenmeme vetiresinde (süreç) ise İstanbul hükümetinde kendine yer bulmak için faaliyetlerde bulunur ve bu minvalde görüşmeler yapar. Hâlâ İstanbul’un devamından yanadır ve Milli Mücadele hareketinin muvaffak olamayacağı fikrini de son demine kadar sürdürmüştür. Milli Mücadele’ye ilk başta katılmamasının ve sonradan dâhil olmasının arkasındaki sebep de budur.
Mevzuyla ilgili Ocak 1920’de Ankara’da Ali Fuat Paşa’ya söylediği sözler de bunu destekler mahiyettedir. “Mustafa Kemal Paşa burada kalmam için emir vermedi. Esasen buraya şahsıma taalluk eden (ilgilendiren) bazı sebeplerle İstanbul’a dönmek üzere geldim” Hâlbuki hazır Anadolu’ya geçmişken ve Ankara’ya kadar da gelmişken pekâlâ Milli Mücadeleye katılabilirdi.
İnönü’nün fikriyatının bu cihette olduğunun bir diğer işareti ise Mustafa Kemal’in Nutuk’undaki telgraflardır. Burada mandacılığın kabul edilmesi mevzusunda kesif bir çaba harcadığı ve olması için canla başla çalıştığı ifade edilmektedir. Milli Mücadele için ise yine inancının olmadığı da aktarılmaktadır. Hatta Ahmet İzzet Paşa’nın Amerikan mandasını kabul etme teklifini içeren layihasını Heyet-i Temsiliye’ye İsmet İnönü göndermiş, kendisi de Milli Mücadele liderlerine bu minvalde fikir beyan etmiştir.
Fakat Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal’den beklemediği bir karşılık alır. Kazım Karabekir direkt Milli Mücadele yanında yer alır ve sert bir cevap verir. “Millet ittifakla mukavemet kararını vermişken zatî bir layihadaki manda esaslarını münakaşa ve kabul etmeye Heyet-i Temsiliye yetkili değildir.” Daha önce Sivas kongresinde manda ile ilgili karar alındığında sessizliğini koruyan ve muhalefet etmeyen Mustafa Kemal de bu sefer aksi düşünceyle bu minvalde fikir belirtir. Hatta Heyet-i Temsiliye adına Karabekir’e şu telgrafı çeker: “İsmet Bey’e mezkûr layiha hakkında verilen cevap pek isabetli ve uygun görülmüştür. Teşekkür ederiz.”²
İnönü bu noktadaki ısrarını Anadolu’daki arkadaşlarına, hatta onların ittifakla Milli Mücadele’ye katılma kararını vermiş olmalarına rağmen sürdürmüştür. Bu tavrı mandacıların sözcülüğünü yapmak olarak addedilmiş ve Milli Mücadeleciler uzunca bir süre ona karşı mandacı suçlamasıyla tutum almıştır.
İsmet İnönü’nün neden mandacı olduğu mevzusunda bir kanaat belirtmek gerekirse, samimi olup olmadığını veya bir güç tarafından bu cihette fikir belirtmeye ikna edilip edilmediğini (veya cebir tatbik edilmediğini) bilemeyiz ancak kendisinin bu mevzu ile ilgili mektupta yazdığı bu kısım, nedenini kısmen de olsa açıklamaktadır.
“Eğer Anadolu’da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zemininde Amerika milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır deniliyor ki, ben de tamamıyla bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan bir Amerika’nın murakebesine tevdi (kontrolüne emanet) etmek, yaşayabilmek için yegâne ehven çare gibidir.”³
Fakat bu sözler Kazım Karabekir’in şiddetini celbetmiş ve bu vaziyeti “bu bir fikir değil, ruhî hastalıktır” sözleriyle değerlendirmiştir. İnönü’nün şahsı için ise “müstebit (despot) ruh” ve “hâris (hırslı) dimağ” yorumunu yapmıştır.⁴
Netice; İsmet İnönü, Milli Mücadele esnasında arkadaşlarına katılmamış aksine farklı bir fikir ortaya atmıştır ve son demine kadar bunu müdafaa etmiştir. Yanlış veya doğru o zamanın şartlarına göre bakılıp değerlendirilir. Ancak Amerikan Mandası fikrinin zaten Sivas Kongresinde mütalaa edilip tasdik edildiğini ve İnönü’nün de bunun devamında bir fikriyatı müdafaa ettiğini de unutmamak lazımdır.
Hayat ve Hatıralarım – Dr. Rıza Nur
İstiklal Harbimiz – Kazım Karabekir
İstiklal Harbimiz – Kazım Karabekir
İstiklal Harbimiz – Kazım Karabekir