Son zamanlarda arka arkaya gelen Türk filmleriyle, Türk sinema sektörünün büyümeye başladığı ve her geçen gün Türk yapımı filmlerin arttığı konuşuluyor.
Bazı kesimler bunu iyi olarak değerlendirse de aksini düşünen kesim de azımsanmayacak bir ölçüde. Şahsen ben de bu ikinci kısım içinde yer alıyorum.
Yapımların çokluğuna bakıldığında bu tespit doğru diye düşünebiliriz. Fakat işin başka bir boyutu daha var. Kültürel etkisi sizce yeterli mi? İşte bu sorunun cevabı bana göre kesinlikle ve gönül rahatlığıyla ‘Hayır’ olur.
Neden derseniz çok bariz bir örnekle anlatmaya başlayayım. Recep İvedik Türkiye’de en çok seyredilen yapımlar arasında yerini koruyor ve yeni serileri de çıkmaya devam ediyor. Halkımıza sorduğumuzda ise tuhaf bir şekilde hep aynı cevabı alıyoruz.
‘O filmi seyretmek için sinemaya gidilir mi? Kim seyrediyor bu filmleri? Nasıl en çok seyredilen oluyor bir türlü anlamıyorum? Ben olsam kesinlikle gitmezdim.’ Kusura bakmayın ama sen gitmedin, o gitmedi peki bu filme kim gitti? Kimse gitmiyor da niye çok izlenenler arasında? Burada şunu da belirtmem lazım. Filme gidenlere kesinlikle bir sözüm yok. Sözüm filmi seyretmesine rağmen, seyretmedim telaşına girenlere. Ayrıca diyorlar ki; ‘Recep İvedik Türk insanının içindeki gizli kişiliği ortaya koyuyor ve bu yüzden sempatik bulunuyor.’ Ah be güzel abicim bunu diyorsunuz beni bitiriyorsunuz. Bu laftan sonra düşmana ne gerek var. Biz kendi kendimize kötü anlamda kültür emperyalizmi yapıyoruz zaten.
Yapımcılar açısından bakıldığında ise işin ticari boyutunda maksat yerine gelmiş. Gişe rekorlarıyla maddi anlamda büyük bir başarı yakalanmış. İnsanları bilinçlendirecek yapımlar niye yapmıyorsunuz diye bir itiraz geldiğinde, büyük bir ihtimalle şöyle bir cevap alacağız. ‘Bizden böyle bir şey istemediniz ki, gülelim eğlenelim yeter dediniz.’
Olaya kültürel boyuttan bakıldığında ise daha yeni kurulmuş ve kültürü, geçmişi ve dayanabileceği sağlam temelleri olmayan ve toplama bir ülke olan Amerika’nın ortaya koyduğu yapımlardan yola çıkabiliriz. Kahramanlık sahneleriyle süslenmiş filmler, üç konu etrafında dönüyor. Vietnam, Irak ve Afganistan. Irak ve Afganistan daha yeni olduğu için çok fazla türevlerini görmedik ama bilindiği gibi Vietnam konulu sadece benim bildiğim yirmi civarında film var. Yaşanan hezimete rağmen, farklı bir olgu işlenmeye çalışılıyor.
Peki, biz ne yapıyoruz. Yaptığımız dizi ve filmlerde kendi atalarımızı destanlarımızı lekeleme peşinde koşuyoruz. İşin kötü tarafı bunun bir de marifet olduğunu zannediyor ve bununla övünüyoruz. Tepki geldiğinde ise ‘Bu sadece bir kurgudur’ laflarının arkasına sığınıyoruz.
Amerika’da savaş taktikleri okutulan, Avrupa’nın öve öve bitiremediği Kanuni Sultan Süleyman Han’a dizi maskesi altında yaptıklarımız ortada. Bir çağın kapanıp, bir çağın açılmasına sebep olan İstanbul’un fethini neredeyse bir aşk romanına bağlamaktan çekinmiyoruz.
Bu konular ile ilgili örnekleri uzatmak mümkün ama hepsini sıralamaya kalkarsak ömrümüz yetmez. Çünkü yara derin, sıkıntı büyük. Netice, düşünmeden ve bir amaç yüklemeden film yapıyoruz. Gişe rekorları kırıyor diye seviniyoruz ama etkinliği konusunda tartışma yapan yok. İşte bu yüzden sinema sektörü hiç de iyiye gitmiyor. Çünkü filmlerin başarısı, satılan bilet sayısına endekslenmiş durumda. Gelin millet olarak artık ayağa kalkalım. Reis Bey’lerin, Eşkıya’ların ve akıllardan silinmeyen Yeşilçam filmlerinin devamını isteyelim. Gişe başarılarına dayalı filmlerin çıkmasına müsaade etmeyelim. En önemlisi ise, “kültür emperyalizmi”ni kendimize değil, “dünyaya” yapalım…