Anadolu insanı; konukseverliği, insanlığı ve hoş sohbeti ile hep bildiğimiz Anadolu insanı. Elbette köy hayatı da olduğu gibi kalmamış ve bazı bozulmalar olmuş. Bunun en büyük sebebi ise televizyon. Biz televizyonda ne görüyorsak onlar da aynısını görüyorlar. Fark karar verme aşamasında… Onlar neye ihtiyaçları olduğunu ve olmadığını çok iyi biliyorlar. Bir şeyi almaya niyetlendiklerinde daha iyisini değil, işe yarayıp yaramadığını düşünüyorlar.
Ne hazindir ki bozulmalar hâlâ devam etmekte. Korkulan şey ise bir müddet sonra artık o atalarımızdan kalan güzel adetlerin yerini nereden geldiği belli olmayan; Avrupa – Amerika melezi adetler alacak. Daha sonrası ise modernleşmiş ve doğallıktan zerre kadar nasibini almamış, köy hayatına benzeyen farklı bir hayat. Tek tesellimiz köylerdeki konukseverlik ve hoş sohbet. Hangi kapıyı çalsan ikram edileni almadan çıkman mümkün değil.
Eve ilk girdiğinizde ilk önce su içermişiniz diye soruluyor. Tepenin topraklarından, temizlene temizlene gelen kaynak suyu. Ardından hemen sofra kuralım mı diye soruyorlar. Eğer yemek yediyseniz çok pişman olacaksınız. Önünüze getirilen sofra çok geniş olmasa da hali hazırda olanlar size yetiyor da artıyor bile. Taze sebzelerden yemekler, ortaya konulan salata ve bir hafta önce yapılmış da olsa, mis gibi kokan köy ekmeği. İnsanın yedikçe yiyesi geliyor, iştah deseniz hiç olmadığı kadar fazla. Sofradan kalkmak istemiyorsunuz.
Yemekler yenilip sofradan kalkıldığında ise hemen tavşankanı çaylar servis ediliyor. Yemekten yeni kalkmış olsanız bile illaki çayın yanına börek, çörek bir şey konuluyor. Ne gerek vardı daha yeni yemekten kalktık denildiğinde ise “oğlum kuru kuru çay mı içilir, için kıyılır” cevabı gecikmiyor. Sonra gelsin tadına doyum olmayan çay muhabbetleri. Bazılarımızın aklına gelebilir, köy yerinden ne konuşursun, ne anlatırsın? Böyle bir düşünceyi hiç tavsiye etmem çünkü ilk zamanlarda benim de aklıma gelmişti ve pişman oldum. Hiç tahmin edemeyeceğiniz konulardan bahsedilirken verilen cevaplar şaşkınlığınızı beş kat daha artırıyor.
Hafta sonu tatilleri olmayan, her daim iş peşinde koşan bu temiz insanlar aslına bakıldığında hepimizin temellerini oluşturuyorlar. Köyler ilçeleri, ilçeler illeri, iller de ülkeyi besliyor.
“Köy yerinde iş biter mi a oğul” mantığıyla yaz kış çalışıyorlar bıkmadan, usanmadan. Köylerde hareket sabah namazları kılındıktan sonra başlıyor. Akşam ise yatsıdan sonra hemen yatıyorlar. Yorucu bir ömür geçirmelerine rağmen köylünün seksen yaşındaki dedesi, şehirlinin elli yaşındaki adamına taş çıkartıyor. Yeri geliyor şehirli gencin yapamadığını seksenlik dede rahat bir şekilde yapabiliyor. Bir bakıyorsunuz o seksenlik dede traktör üstünde bahçe bellemeye gidiyor. Bir bakıyorsunuz yetmişlik nine elinde çapa bahçede ot temizliyor. Bütün bu yorucu ömrün sonunda soruyorsunuz; hayatından memnun, mutlu ve bir katma değer kattığının idraki içinde huzurlu.
Anadolu’nun herhangi bir köyünde meydana gelen olay aslında birçok şeyi gözler önüne sermekte. Köy, köy ve kasaba, kasaba gezen misyoner ağaç altında yatan köylüye bir teklif sunar. Gel seni şuraya götüreyim zengin edeyim çok para kazan der. Köylü misyonerin yüzüne bakar ve peki o kadar parayı kazanıp da ne olacak der. Misyoner rahata erersin huzur bulursun der. Köylü gülmeye başlar ve kafasını önüne eğerek ben zaten rahat ve huzurluyum. Zaten bende olan bir şeyi bir daha kazanmak için niye ömür boyu o sıkıntıları çekeyim der.
Metropolde ise 9 – 6 mesai sistemine bağlı bir mantıkla yürütülen bir hayat yaşıyoruz. Kazandığımız parayı harcayıp harcayamayacağımız bile meçhul. İdeali olmayan bir yığın şeklinde sağa sola koşturup duruyoruz. Ev kredisi, araba kredisi, kredi kartı borçları ve bitmek, tükenmek bilmeyen arzu ve isteklerimizin boyunduruğuna girmiş bulunmaktayız. Dinlenmek için tatile çıkıyoruz haydi kredi çekelim. Krediyi çekip tatile gidiyoruz. 15 gün sonra tatil bitiyor ama biz bir dahaki tatile kadar ödemeye devam ediyoruz. Kısacası ömrümüz harcamakla ve o harcadıklarımızın bedelini ödemekle geçiyor. Neticede elimizde ne sıhhat, ne mutluluk hiç bir şey kalmıyor. Köylünün elinde o rahatlık ve huzur bizim için sadece hayal oluyor.
Köy hayatından en az nasibini almış veya almamış bir kimse bile köy hayatını özlemeden yapamıyor. Oradaki doğallık, saflık ve temizlik hep bizi kendine çekmeye devam edecek. Fakat şunu da unutmamak lazım ki, köylerdeki bozulmalar hızla devam ediyor. Yaptığım son ziyarette gün boyu üzerimize çöken yorgunluğun etkisiyle naftalin kokan yastıklara başımızı koyar koymaz uykuya daldık. Temiz köy havasının etkisiyle rahat bir gece geçirdikten sonra sabah kalktığımızda bizi kahvaltı sofrasında bir sürprizin beklediğini bilemezdik.
Kahvaltı sofrasında taze, köy yapımı tereyağının yerini sana yağına, yine köy yapımı inek peynirinin yerini market peynirine ve daha sabah sağılmış taze inek sütünün yerini pastörize meyve suyuna bıraktığını gördük. Kahvaltı sofrasının şehirde yaptığımız kahvaltılardan farkı kalmadığını görmek bizi gerçekten üzdü. Hâlbuki köyde yaptığımız kahvaltının tadı damağımızdan uzun süre kaybolmaz ve hep o kahvaltının hasretini çekerdik.
Saydığımız o kadar hasletlerin dışında bu da canımızı sıkan ve bizi üzen bir kısım. Ümit ediyoruz ki bu bozulmalar belirli düzeyde kalır ve insanların hasretini çektiği duyguları yaşama imkânı elimizden uçup gitmez.
Her fırsatta ülkesinin günden güne bozulduğunu söyleyen ünlü Amerikalı yönetmen Michael Moore’un sözünü biraz değiştirerek “Hey Ahbap Nereye Gidiyor Benim Köyüm?” diyerek yazımıza son noktayı koyalım.
Köy hayatını unutmamanız dileğiyle…
Not: Yazı okunduktan sonra akla senin yaşın ne ki, sen ne kadar köyde kaldın ki köy hayatının özleminden bahsediyorsun düşüncesi gelebilir. Benim yaşımdaki bir gencin özlemi bu derece ise, siz şehirden köye gelenlerin ve yaşça benden büyük olanların özlemini düşünün. Diğer yaşıtlarımın düşüncesini tam olarak bilemiyorum ama benim için köy hayatı asla unutulmaması gereken ve zaman zaman tadılması gereken bir hayat. Yine de yazı nedeniyle densizlik yaptığımı düşünen büyüklerimden ve özlem çekenlerden özür diliyorum.