Fazla değil iki asır öncesinin İstanbul’unda yaşayan bir Osmanlı vatandaşı, mezarından kalkıp şehri gezse ve hâlimizi görse çok büyük bir hayal kırıklığı yaşardı. Buranın payitaht olduğuna inanamazdı.
Osmanlı Devleti’nde bilhassa payitahtta yaşayan halk, âdeta bir zarafet ve nezaket timsaliydi. Her konuşmasında, ağzından çıkan her kelimede bu net bir şekilde görülebilirdi. Günümüzde de kullandığımız “tam bir İstanbul beyefendisi” tabiri buradan gelmektedir.
Bu zarafet ve nezaketin ortaya çıkardığı kültürün kaynağı ise İslam ahlakının ortaya koymuş olduğu akidelerden gelmektedir. Osmanlının bu kaidelere tam olarak uyması ve itaat etmesi devleti ve halkı bu duruma getirmiştir. Avrupa halkı ise aksine kralların tahakkümleri ve menfaatçi papazlar sebebiyle insanlıktan uzak bir şekilde hayatlarını sürdürüyordu. Hâlbuki Osmanlı tebaasından olan gayr-i müslim halk bile, devletin himayesi altında huzurlu ve refah içerisinde yaşıyorlardı.
Avrupa’dan payitahta gelen yabancı misafirler, bu güzellikleri gördüklerinde şehre âşık oluyorlar ve kendilerini kaptırıyorlardı. Kötü niyetli yazarlar bile “yiğidi öldür ama hakkını ver” kavlince, yazmış oldukları satırlarda bu hayranlıklarını gizleyemiyorlardı.
Mesela Hristiyan seyyahlardan olan L. H. Delamarre, İstanbul’da geçirdiği vakitler (1793) için, “İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu milletin lütufkârlığına, misafirperverliğine şahit oldum. Rast geldiğim hangi Türk’e yol sorsam, hemen bana rehberlik yapıyor, hatta bununla kalmıyor, hâlimi hatırımı soruyor ve yiyecek, içecek ihtiyacım varsa elinden geleni esirgemiyordu. Davranışlarında mükemmel bir insaniyet ve kibarlık göze çarpıyordu” demekten kendini alamamaktadır.
Bir diğer seyyah Dr. A. Brayer (1836) ise, “Osmanlılarda öyle bir ruh vardır ki; bu sayede onlar, misafirlerine mukaddes bir nazar ile bakarlar. Evlerinin en güzel odasını tahsis ederek her hizmetinizi canla başla görürler. Evden ayrılırken de orada kalmanız dolayısıyla size ‘diş kirası’ âdeti üzerine hediye takdim ederler” diyerek Türklerin misafirperverliğini ortaya koymaktadır.
Payitahtı ziyaret eden yabancılar, fenalıktan uzak bu hayatı görünce, onların fenalıktan haberlerinin olmadığına hükmetmişlerdir. Onlara göre tuhaf olan bu durumu Du Loir (1640) şöyle ifade etmektedir:
“Türkler intikam hissi beslemekten son derece çekinirler. Dinlerinin hükmü mucibince, cuma namazına başlamadan düşmanlarını affederler. Aksi hâlde, namazlarının makbul olmayacağına inanırlar. Ayrıca bayram günleri onlar için umumî bir sulh günüdür. Birbirleriyle musâfaha ederler ve küçükler büyüklerin elini öpüp, başlarına götürür ve ‘Bayramın mübarek olsun!’ derler…”
Osmanlı Devleti’nde bütün bunların haricinde nezaket ve zarafet günlük konuşmalarda da kendini göstermektedir. Küfretmek, kaba konuşmak ve argo tabirler kullanan insanlara rastlamak neredeyse mümkün değildir. Du Louir bu mevzuya da dikkat çeker ve bununla ilgili, “Küfürbazlık, öfke ve intikam hissinin müşterek mahsulü olduğu gibi, kumarbazlığın da tabii bir neticesidir. Bu, Hristiyan memleketlerinde pek yaygın bir şekilde ve tamamıyla mevcududur. Ancak Osmanlıların sokaklarında da evlerinde de hiçbir küfür sözü işitilmez. Bunun yüzümüzü kızartacak ve bizi hayrete düşürecek tarafı da, Osmanlıların yalnız ağızlarında değil, lisanlarında da küfür kelimelerinin bulunmayışıdır. Onlar yalnız ‘Vallahi’ şeklinde Allah’a yemin ederler” demektedir.
O devre şahit olan veya o devirden kalan insanlarla konuşan kimseler veya o devre ait nevi şahsına münhasır yazıları okuyanlar görmüştürler ki, bir şahsın kendisini kızdıran bir meselede muhatabı için kullandığı cümleler, “Lâ havle…”, “Hay Allah derdini alsın!”, “Fesübhanallah!”, “Hasbinallâhü ve ni’mel-vekîl!” “Yâ sabır!” gibi güzel ve telkin edici ifadelerden ibarettir.
Dergâhların giriş kapılarında ve duvarlarında asılı levhalarda edep, teselli ve sabır telkin eden, “Edep ya hû”, “Bu da geçer ya hû”, “Vazgeç ya hû!” ve “Hoş gör ya hû!” gibi sözler meşhurdur.
Bugün ise, bu güzelim temenniler ve dualar, yerini “Allah belanı versin”, “Allah kahretsin” “Lanet olasıca” vb. gibi sözlere ve bilumum galiz küfürlere bırakmıştır.
Nereden nereye!