“Eğer işler kötü gider ve oyalamakta muvaffak olamazsam, muahedeyi imzalamaktansa tahttan feragat etmeye kararlıydım.”
Bu sözler, bir önceki makalede de belirttiğim gibi Osmanlı Devleti’nin son padişahı ve İslamiyetin son halifesi Sultan Mehmed Vahideddin Han’ın sözleri. Sevr Muahedesi’nin imzalanması ile alakalı bu kelimeler, bu konudaki fikrini açık seçik ortaya koymaktadır.
Bir başka kaynakta ise yine Sevr Muahedesi hakkındaki kanaat ve tavırlarını da net bir şekilde açıklamaktan geri durmamıştır.
“Ben Sevr Muahedesi’ni kesinleşmiş sayılacak surette tasdik etmedim. Meselenin kesinleşmesinin Meclis-i Mebusan’ın kabulünden sonraki tasdikime bağlı olduğunu ve hak ve adaletle bağdaşmayacak surette gayr-i tabii olan böyle bir muahedenin devam ve istikrar sağlayamayacağını bildiğimden, hakkımızın anlaşılmasına ve müsait zamanın gelmesine kadar vakit kazanmak yolunda devamla, muahedenin hükûmetçe kabulüne taraftar göründüm.”
Vakit kazanmak için Sevr’in kabulüne taraftar görünen Vahideddin Han, muahedenin şartlarını duyduğunda ise çok sert tepki vermiştir. Çünkü bırakın padişahı, böyle bir taslağı hiçbir Osmanlı devlet adamı kabul edemezdi. Ancak padişah kabulüne taraftar gibi gözükmek zorundaydı. Neticede hükûmet ve padişah nezdinde Sevr kabul edilmiş gibi gösterildi ancak hiçbir zaman tasdik edilmedi.
Zaten heyette bulunan Rıza Tevfik, imzalar atılmadan önce kendilerine kesinlikle konuşma müsaadesi verilmediğini ve imzanın âdeta dikte edilerek attırıldığını da acziyet içinde söyleyecektir. Oyalama taktiği neticesinde kazanılan vakitte de şartların değişmesi beklenecek, kaybedilen toprakların geri alınması ve hakların korunması için fırsat kollanacaktı. Mustafa Kemal’in Vahideddin Han tarafından Anadolu hareketinin başına tayin edilmesi de bu fırsat kollama faaliyetlerinden bir tanesiydi.
İtilaf devletlerinin ve Damad Ferid Paşa’nın muahedeyi bari geçici olarak tasdik etmesi cihetindeki bütün baskılara rağmen, Padişah bu tavrından zerre kadar geri adım atmadı. Avni Paşa hatıratında Vahideddin Han’ın Sevr için şu sözleri söylediğinden bahseder. “Bu Sevr muahedesi mecelle-i mesaibdir (musibetler belgesi) fakat nakş-ı ber-âbdır (suya yazılan yazı)”. Yani hemen bozulup geçersiz olacaktır. Neticede Sevr’i hiçbir devlet kabul etmedi ve hukuken geçerlilik kazanamadı. Birçok kaynakta “proje” diye adlandırılan bir belge olmaktan öteye gidemedi.
Bütün bunlar cereyan ederken, padişahın en mühim destekçisi ve mukavemetinin artmasına sebep olan şey ise, cihanın dört bir tarafındaki Müslümanlardan gelen destek mektuplarıydı. Sevr’den kısa bir zaman önce Hind Hilafet Delegasyonu’nun, göndermiş olduğu mesaj ise bunların en mühimidir:
“İslam dünyası için çok daha ehemmiyetli olan, siz Majestelerinin İtilaf Devletlerinin taleplerine vereceğiniz cevaptır ve bu cevap verilmeden önce siz Majestelerine İslam dünyasının bugün Hulefa-i Raşidin’den bu yana hiç olmadığı kadar sizin yanınızda bütün gücüyle durduğunu bildirmeyi vazife sayıyoruz. Şu anda her bir Müslüman gözünü kırpmadan ve hiç korkmaksızın Allah’ın kendilerinden beklediğini, imanın bedeli olarak hayatını feda etmek dâhil olmak üzere yapmaya kararlıdır. Cenab-ı Hakk’ın siz Majestelerinin ve sizin asil ve cesur, ancak parçalanmış milletinize, yalnızca Türkiye’ye değil, aynı zamanda İslama karşı olan vazifenizi yerine getirme gücü ve azmi vermesi ve Türkiye’nin birliğinin kısa süre içinde İslamın birliğinin gerçek aynası hâline gelmesi için dua ediyoruz…”
Dua ve temennileri ihtiva eden ve Sultan Mehmed Vahideddin Han’ı yüreklendiren bu muhteşem mektubun sonu ise yine muhteşem bir mesajla bitiyor.
“Korkma, şüphesiz Allah bizimle beraberdir.”
- Tags: halife, hilafet, hindistan, sultan vahideddin han