I. Cihan Harbi’nin gerçek gayesi Osmanlı Devleti’nin kulağını çekmek ve başta petrol olmak üzere hâkimi olduğu topraklarındaki enerji kaynaklarını Avrupa’ya taşımaktı. Ancak Osmanlının harbe dâhil olmasıyla ortaya çıkan büyük yıkımlar yüzünden, İngilizlerin niyeti değişmişti.
Artık yeni proje Osmanlı Devletinin kulağını çekmekten çok daha büyük bir noktaya gelmişti. Toprak kayıplarının yanı sıra, uzun zaman Türklerin kafasını kaldırmaması cihetinde ciddi bir ceza verilmesi düşünülüyordu. İşte Paris Sulh Konferansı ile başlayan sürecin nihai hedefi de bu projenin hukuki ve siyasi bir zemine oturtulması amacını taşıyordu.
1918 yılının ikinci yarısında Osmanlı Devleti bir oldubittiye getirilerek sokulduğu harbi kaybettiklerine kanaat getirmişti. Bu işin sorumluları idam korkusuyla yurt dışına kaçmış, geride mazlum bir vatan bırakmışlardı. Devlet ricali ise ortaya çıkan bu neticenin devlete çok pahalıya mal olacağının hatta ciddi toprak kayıplarının da yaşanacağının farkındalardı.
Ancak devletin imparatorluk geleneğinden gelmesi ve hilafet makamını elinde bulundurması hasebiyle, devletin hayatiyetinin mutlaka sağlanacağı kanaati hâkimdi. Toprak kaybı mutlaka olacaktı ancak devletin merkezi ve yakın çevresi yine ellerinde kalacak, diğer yerlere ise muhtariyet verilerek İstanbul ile bağlantısı kesilmeyecekti. Bu arada İngilizlerin korktukları başlarına geldi ve ittihatçı düşmanı olan yeni padişah Sultan Mehmed Vahdeddin Han, harbe girmelerinin müsebbibi olan İttihatçılara tavır aldı. Hükümetin aksine padişah duruma çok hâkimdi ve ağabeyi Sultan II. Abdülhamid Han döneminden bu yana İngilizlerin devlet üzerindeki gizli maksatlarının da farkındaydı. Bu sebeple bekle gör siyasetini güdüyordu. Bu sebeple Paris Sulh Konferansı sürecinde de Sevr Muahedesi sırasında da sürekli oyalama taktiği güttü. Böylece vetireyi uzatacak, elini kuvvetlendirecek bir fırsat çıkmasını bekleyecekti.
Fakat devlet ricali Paris Konferansı sürecini iyi okuyamamıştı ve hayalperest, tecrübesiz bir devlet adamı olan Damat Ferit Paşa vahametin farkında değildi. Ayrıca padişahın durumu yumuşatma girişimlerinin ve bekle gör politikasının aksine, konferansta sert bir sunum yapmış ve bu durum itilaf devletleri tarafından ciddi bir kızgınlıkla karşılanmıştı. Teklifinin o anki şartlara yabancı olduğu o kadar aşikârdı ki; Müttefik devletlerin bu zeminde bir sulhu kabul etmeleri tabii olarak mümkün gözükmüyordu. Âdeta yangına körükle gitmek gibi bir durum söz konusuydu.
Osmanlı hükûmetine göre Trakya’da 1878 Berlin Kongresi sınırlarına geri dönülmeliydi. Adalar yeniden Osmanlı egemenliğine girmeliydi. Musul dâhil Arap vilayetlerine muhtariyet tanınsa bile merkeze bağlı kalmalıydılar ve valiler sultan tarafından atanmalıydı. Rus Ermenistan’ında kurulan müstakil bir devlete ise tartışmak kaydıyla sıcak bakıyorlardı. Mısır ve Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili ise şartları görüşmeye hazırlardı.
Ortaya konulan bu teklif Lloyd George tarafından “güzel şakalar ve siyasal kifayetsizlik” olarak vasıflandırıldı. Harp mağlubu olarak cezalandırmak istedikleri devlet, karşılarına müttefiklerden bile bile fazla taleple çıkmıştı. Bu arada padişahın beklediği fırsat ayağına geldi. İngilizler Anadolu’da çıkan mukavemetlerin bastırılmasını istiyordu. Bunun üzerine padişah Anadolu’ya bir müfettiş gönderdi. Bu müfettiş; İngilizlerin arzusunu yerine getirir gibi gözüküp, Anadolu’da padişahın mümessili olarak halkın mahalli mukavemet hareketlerini bir elde toplayıp millî mukavemet oluşturacaktı. Bu durum sulh müzâkerelerinde İstanbul’un elini güçlendirecekti. Artık adım adım Sevr’e doğru yaklaşılıyordu.
Gerek padişahın, gerek Osmanlı hükûmetinin asla kabul edemeyeceği netice ise Sevr ile açıklandı. I. Cihan Harbi’nin son anlaşması olan bu muahede, Paris Sulh Konferanslarının yaklaşık üçüncü ayında 10 Ağustos günü sadece heyet tarafından imzalandı ve Ferit Paşa’nın tahayyül edemediği hazin tablo gözler önüne serilmişti…
- Tags: osmanlı devleti