Yeni Camii geçtikten biraz sonra Ordinaryüs Profesör Abdülhakim-i Arvasi Cami sol cihetinizde sizi karşılar. Caminin önüne arabayı çeker inersiniz aşağıya. İşte o mübareğin bizzat kendisinin yaptırmış olduğu cami karşınızdadır.
Hoşab ile başlayan bu yolculuğunuzda yeni hedefiniz Başkale’dir. Evet, şirin ve ufak bir ilçe ama sizin için ehemmiyeti gayet büyüktür. Siz bunları düşünüp yol alırken, midenizin kıyıldığını hissedersiniz bir anda. Havasından, suyundan olsa gerek karnınız çok çabucak acıkıvermiştir.
Gözünüz yol kenarındaki dinlenme tesislerine ve kahvaltıcılara takılır. Bir yerlerde dursak diye söylenirsiniz. Ancak aradığınız öyle basmakalıp ve tabaklar dolusu, göz boyayan cinsten bir kahvaltı değildir. Böyle tabii, yöresel bir lezzet arıyorsunuzdur.
Derken bir köy sapağına varırsınız. Yavaşça ilerleyen arabanızın camından etrafına seyrederken, yan yana dizili üç çay ocağını fark edersiniz. Kargacık, burgacık harflerle yazılmış “KAHVALTI” yazısını görünce, “Burada iş var” deyip, çekersiniz arabayı önüne. Oyuncak bulmuş çocuk gibi sevinçle ilerlersiniz dükkâna.
Mesele geleni layıkıyla ağırlayabilmek
Bölge halkı misafirperverdir; pek kazanma peşinde olmazlar. Onlar için esas mesele geleni layığı ile ağırlayabilmektir. Dükkân sahibi tek tek ellerinizi sıkıp, buyur ediverir girişteki ahşap taburelerin olduğu bölüme. Sonrasında “karnınız açtır?” diye sorar ve “evet” cevabını duyar duymaz içeri dalıp çıraklarına emirler yağdırmaya başlar. Kahvaltıda ne olduğunu sormazsınız bile. Çünkü içinizdeki his aradığınız o lezzete kavuşacağınızı söyler.
Çok geçmeden içeriden çıkan delikanlı, elindeki lavaşı hoplatarak getirir. Bir diğeri elindeki üç tabağı önünüze sıralayıverir. Bir tabak yoğurt, bir tabak tereyağı ve bir tabak otlu peynir. Tam hamle yapıp otlu peynire dalacakken son bir tabak daha gelir. Mis gibi petek balı size bakmaktadır. “Doğru ya, Van’a gelmişiz, bal yemeden kahvaltı mı yapılır” dedikten sonra, önünüzdekilerin tek tek tadına bakarsınız. Bu sırada sofranın tek eksiği olan çaylar da gelir ve büyük bir keyif ile kahvaltıya başlarsınız.
Abdülhakim-i Arvasi Camii
Tekrar yola revan olduğunuzda, önünüzde yirmi beş kilometre daha vardır. Fazla gitmeden de “Başkale” yazısını görürsünüz. Hemen arkasından “Şehir Merkezi” yazan levhadan Hakkâri yoluna veda ederek kıvrılıverirsiniz. Önünüze çıkan döner kavşak, Başkale’nin ilçe merkezine ulaştığınızı haber verir. Hız kesmeden kavşağı geçip arabanın yönünü sağa, tepeye doğru çevirirsiniz.
Yeni Camii geçtikten biraz sonra Abdülhakim-i Arvasi Camii sol cihetinizde sizi karşılar. Caminin önüne arabayı park eder inersiniz aşağıya. İşte o mübareğin bizzat kendisinin yaptırmış olduğu (daha sonra depremde zarar görmüş ve tekrar restore edilmiş) cami karşınızdadır.
Camiye girmeden önce arka taraftaki abdesthaneye yönelirsiniz. Çoraplarınızı çıkarır, kollarınızı sıvar ve “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek başlarsınız abdest almaya. Bir yandan da Abdülhakim-i Arvasi Hazretlerini düşünür, onu aklınızdan geçirirsiniz. Her ne kadar kabri burada olmasa da yıllar boyunca bulunduğu, talebe yetiştirdiği mekânda yine onu hatırlayıp ruhundan istifade etmek istersiniz.
Haydi, Öğle Namazına
Abdest de tamam olduktan sonra ellerinizi önünüze bağlar, koca tahta kapıyı gıcırtılar eşliğinde arkasına kadar açar ve hürmetle, edeple besmele çekerek girersiniz içeriye. Ufak bir giriş salonu karşılar sizi. Sağ tarafta ise salondan hallice bir oda daha vardır. Orada Kuran-ı Kerim dersinin verildiğini öğrenirsiniz. Caminin iç kapısı ise sol taraftadır. Vakit kaybetmeden camiye girersiniz.
Gözlerinizin önünde cami, zihninizde Es-Seyyid Abdülhakim-i Arvasi Hazretleri, dalar gidersiniz geçmişe ve çok ötelere. Adeta Bağlum’a gider, müsaade alıp gelirsiniz içeriye girmek için. Sonra yere çömelir, billur sesli bir arkadaşınızın okuduğu ezanı dinleyip ruhunuzu dinlendirirsiniz. “Haydi, öğle namazına” deyip saf durursunuz o mübarek yerde. Kendinizden değil de mekândan olduğunu hissettiğiniz bir huzur, rahatlık dolar içinize. Her secdeye indikçe gözleriniz dolar, sanki yüreğinizden bir şeyler akar gider alnınızı koyduğunuz yere. Selam verdiğinizde ise artık akmasına mani olamadığınız bir damla gözyaşı, yanaklarınızdan süzülüverir. Tespih alma bahanesiyle eğilir, göstermek istemezsiniz gözyaşınızı.
Duanızı da ettikten sonra vazifenizi ifa etmenin verdiği ferahlık içinde bir müddet oturur, istifadeye çalışırsınız. Şaka değil, Abdülhakim-i Arvasi Hazretlerinin bir zamanlar namaz kıldırdığı, sohbet ettiği ve talebe yetiştirdiği bir mekândasınızdır. Ancak vaktiniz kısıtlıdır. Arkadaşınızın ikazıyla ayağa kalkar, çıkarsınız camiden dışarıya. Mübareğin kabri burada değildir ama amcası ve akrabaları caminin güney tarafındaki kabristanlıktadır.
Hüseyin Arvasi Hazretleri
Hemen seğirtirsiniz kabristanlığın yarı virane kapısına. Kabirler biraz ileridedir. Çok fazla zorlanmazsınız bulmakta. Zira Arabi harflerle yazılan tek tük kabirlerden bir tanesidir. Mezar taşının üzerinde Hüseyin yazar ve yanında üç tane daha akrabası metfundur. Her birine ayrı ayrı okur, şefaat dilersiniz. “Âmin” deyip ellerinizi yüzünüze sürer ve hürmetle, geri geri giderek uzaklaşırsınız.
Arabaya binmeden önce son bir kez daha bakarsınız camiye. Sonra yüreğinizin en derinliklerinden bir “elveda” dersiniz. Şimdiki hedefiniz ise Abdülhakim-i Arvasi Hazretlerinin muhterem pederi Mustafa Arvasi Hazretleridir. Yolunuz Yüksekova’yadır yani.
- Tags: abdülhakimi arvasi, başkale, gezi yazısı, hoşap, hüseyin arvasi, ilim yuvası, van