1918 senesinin ortalarına gelindiğinde I. Cihan Harbi’nin galip ve mağlup devletleri neredeyse belli olmuştu. Almanya ve Osmanlı’nın başı çektiği ittifak devletleri hızlı bir şekilde mağlubiyete doğru ilerliyordu.
Arka arkaya alınan mağlubiyetler, dağılan ve sadece kâğıt üzerinde varlığından bahsedilebilen ordular, asker kaçakları ve bilhassa Arap vilayetlerinde İngiliz destekli isyanlar, neticenin yakında alınacağının işaretini veriyordu. Birçok cephede hızlı bir şekilde ilerleyen İtilaf Devletleri de neticenin kendi lehlerine olacağı kanaatini güçlendiriyordu.
Aynı şekilde Enver Paşa’nın bir oldubittiye getirerek harbe soktuğu Osmanlı Devleti’nin idarecileri de 1918 yazının ilerleyen günlerinde harbin kaybedildiğine kanaat getirmişlerdi. Kafkasya ve Çanakkale cepheleri ile kısmi başarılar hariç Sina, Filistin, Hicaz, Yemen, Irak, İran, Galiçya, Makedonya cephelerinde muvaffakiyet sağlanamamıştı. Devlet ricali ortaya çıkan bu neticenin devlete çok pahalıya mal olacağının da farkındaydı.
Osmanlı’nın harbe girme kararı üzerine açıklama yapan İngiliz Başbakan Asquith, bir beyanatında “Osmanlı hâkimiyetini sadece Avrupa’da değil, Asya’da da sona erdirmek ve Türklerin ölüm fermanını yazmak” demişti. Bu açıklama, bu harbin neticesinin Osmanlı’ya ne kadar pahalıya mal olacağının ve ciddi bir toprak kaybı ile karşılaşılacağının da açık ilanıydı.
Fakat Osmanlı Devleti hükümeti hilafet makamını elinde bulunduran bir devletin hayatiyetinin de sağlanacağını, aksi bir durumun söz konusu olmayacağını düşünüyordu. Onlara göre devletin merkezi ve yakın çevresi yine ellerinde kalacak, diğer yerlere ise muhtariyet verilerek İstanbul ile bağlantısı kesilmeyecekti. Fakat İngilizlerin gizli ajansından haberdar değillerdi.
Bu arada Rusya’da yaşanan bir gelişme, bu hayallerinin asla gerçekleşemeyeceğini açık bir şekilde ortaya koydu. 1905’ten beri ihtilallerden başını kaldıramayan Rusya, Almanlara karşı yaptığı Tannenberg Savaşı’nda kaybettiği gücünü daha toparlayamadan bu sefer de Menşevikler ve Beyaz Ordu’nun ayaklanmasıyla uğraşıyordu. Çanakkale Muharebesi’nde İngilizlerin Boğaz’ı geçememesi ve kendilerine yardım getirememesi üzerine daha fazla mukavemet edemedi ve 1917 senesinin Şubat ayında teslim oldu. Menşeviklerin iktidara geçmesiyle Rusya hücumlarını durdurdu. Ekim ayında ise Bolşeviklerin yapmış olduğu ihtilal sonrasında Rusya Brest-Litowsk Antlaşması’yla tamamen harpten çekildi. Bunun neticesinde 1916 senesinde Britanya ve Fransa ile yapılan Sykes-Picot-Sazanov muahedesinden vazgeçtiler ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına ilişkin gizli planları gazeteye sızdırdılar.
Ortaya çıkan bu belgeler neticesinde Osmanlı Devleti’nin idarecileri tasavvur ettikleri durumun çok iyimser olmadığını ve çok daha kötü neticelerin kendilerini beklediğini anladılar. Çünkü bizzat Dışişleri Komiseri Troçki tarafından açıklanan metine göre sadece Arap vilayetlerinin değil, Şark ve Cenup Anadolu’nun da farklı işgal ve nüfuz bölgelerine ayrıldığı devletin âdeta parça parça edildiği açıkça görülüyordu.
Nitekim 26 Nisan 1916 Londra Muahedesi’nden bir ay sonra mayıs ayında yapılan Skyes-Picot-Sazanov uzlaşması ve Ağustos 1917’de ise Saint Jean de Maurienne Muahedesi de bunu doğrular vasıftaydı. Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de Yahudilerin yapılanması da işin cabasıydı. Harbe sonradan katılan İtalya ve Yunanistan ülkelerinin de Batı Anadolu üzerinde ciddi talepleri söz konusuydu.
İşte Osmanlı Devleti tüm bu şartlar dâhilinde Sevr Muahedesine de kapı açan Paris Sulh Konferansı’nda masaya oturmaya hazırlanıyordu.
Yayın Linki: http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/mehmet-fatih-oruc/593996.aspx