Sultan Abdülmecid Han devrinde dünyada iki büyük İslam devleti vardı. Birincisi Osmanlı İmparatorluğu, diğeri ise Hindistan’da hüküm süren Gürganiye Devleti (Babür İmparatorluğu) idi. Her iki devletin sultanları da İslamiyetin birer bekçisi idiler.
İslamiyetin gerek maddi, gerek manevi manada düşmanı olan İngilizler ise bu iki bekçiyi yok etmeden emellerine kavuşamayacaklarını anladılar ve öncelikle Gürganiye Devleti’ni parçalamaya karar verdiler. Böylece Asya’daki Müslümanlar başsız kalacak, hem de Hindistan’ın eşsiz hazinelerine ve ticaretine hâkim olacaklardı. Uzun soluklu tertiplerini devreye sokarak harekete geçtiler.
Öncelikle Hindistan’da ticari ataşelikler açtılar ve bazı limanların imtiyazlarını alarak işletmeye başladılar. İngiliz tüccarları başta olmak üzere birçok Hristiyan milletten tüccarları da sahil şehirlerine yerleştirdiler. İlk olarak Ferruh Sir Şah, bir İngiliz şirketine imtiyaz hakkı tanıdı. İkinci Şâh-i âlem, Bingale bölgesini senede iki milyon dört yüz bin rubye karşılığı İngiliz şirketine kiraya verdi. 1806 senesinde de Şâh-i âlem vefat edince, İngiliz hükûmeti, şirketin haklarını korumak bahanesi ile işe karıştı. Elde ettikleri güç ile (parasal, askerî ve siyasi) buradaki İslam devletini yıkmaya başladılar. Şirketlerini korumak bahanesiyle getirdikleri askerler, bir müddet sonra şirketle sınırlı kalmayıp devlet işlerine de müdahil oldular.
Ne yazık ki; İngilizlerin Hindistan’daki emellerini tatbike başladıkları bu çalışmalar esnasında, Gürganiye Devleti, gerek dış tesirler gerek kendi içinde yaşamış olduğu meseleler sebebiyle son devirlerini yaşamaktaydı. Bunu fırsat bilen İngilizler el altından Hinduları da Müslümanlara karşı kışkırttılar. Sürekli fitneler çıkararak iç savaşların fitilini ateşlediler.
İngilizlerin bu faaliyetlerine başladığı zaman çok mühimdir. XV ve XVI. asırlarda neredeyse esamesi bile görülmeyen İngilizler, XVII asırda ise cihanda hâkimiyetini elde etmeye başlamışlardı. Bu da sanayi devriminin hızlandığı ve devletlerin sanayileşmeye başladığı bir devire denk gelmektedir. Bu onlar için çok büyük bir şans olduğu gibi ayrıca uzun yıllar boyunca yapılan tertiplerin bir tezahürüdür. Başta Hindistan olmak üzere birçok memleketin altyapı zengini topraklarını, yer altı ve yer üstü kaynaklarını ellerinden geldiği kadar sömürdüler. Burada elde ettikleri kaynaklarla da sanayi hamlelerini tatbik ettiler. Bu onlara aynı zamanda onların cihan hâkimi olmalarında da mühim katkı sağlamıştır. Bu sanayi gücü onların uzunca bir vakit cihan hâkimi olmalarını sağladı.
İslamiyetin diğer bekçisi olan Osmanlı İmparatorluğu ise o devirlerde başlarına açılan gaileler ile boğuşuyordu. Bunun en mühim müsebbibi ise elbette İngilizlerdir. Hindistan’daki emellerinde muvaffak olabilmeleri için Gürganiye Devleti’nin en mühim müttefiki Osmanlı İmparatorluğu’nun da zayıflatılması gerekiyordu. Böylece kendileri cihan hâkimiyetine oynarken, karşılarındaki en büyük güç olan İslamiyet de zayıflatılmış olacaktı.
Bu sebeple Osmanlı İmparatorluğu’nu Ruslarla savaştırmaya çalıştılar. Bu esnada Avusturya ve Prusya, Osmanlı-Rus Harbini kesinlikle istemiyordu. Aracılar ve yapılan telkinlerle Rusya da harp etmeme kararı aldı. Ancak İngilizler Mason Mustafa Reşid Paşa’yı kandırdılar. Harp etmeye teşvik ettiler. Zafer kazanacağına ve bu vesileyle devletin bir numaralı adamı olacağına inandırdılar.
Reşid Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun başına geçme hayalleri ile 1853 senesinde toplamış olduğu 163 kandırılmış meclis üyesi ile Rusya ile harp etmeye karar verdi. Sonrasında ise Sultan Abdülmecid Han’ı da çeşitli sebepler ile aldatıp tuzağa düşürdü ve Rusya’ya harp ilan edilmiş oldu.
Böylece desteksiz kalan Gürganiye Devleti’nin sonu gelirken, bir diğer İslam devleti olan Osmanlı İmparatorluğu da sonun başlangıcına gelmişti…