İşte şimdi hedefimiz, bu mübarek zatın ilk hocası ve aynı zamanda muhterem pederi olan Halife Mustafa Efendi hazretlerinin metfun bulunduğu köy. Yolumuz çok uzun değil, 68 kilometrelik ve bir saatlik bir güzergah var önümüzde.
İlim yuvası Başkale’den uzaklaşırken arabanın arka camından gözden kaybolana kadar camiyi ve sonrasında Başkale’yi seyre daldık. Dile kolay, bizzat kendisinin yaptırmış olduğu ve yıllar boyunca insanları irşad etmiş olduğu yerden, memleketinden hicret etmenin ne kadar zor bir şey olduğunu ancak yaşayan bilir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, Rus işgali ve Ermeni çetelerinin zulmü sebebiyle bu bölgeden hicret etmiş ve Irak, Adana, Eskişehir illerini ihtiva eden uzun bir yolculuktan sonra İstanbul’a vasıl oldu. Eyüp Sultan’da Gümüşsuyu Tepesindeki Mürteza Efendi Dergâhına yerleşmiş ve ömrünün sonuna kadar da burada birçok talebe yetiştirdi. Ayrıca Sultan Vahideddin Han tarafından Medrese-i mütehassısin denilen İlahiyat Fakültesinde, tasavvuf müderrisi yani ordinaryüs profesörü olarak da vazife yaptı.
Rus çilesi, baskı, işgal ve terör ile beli bükülen coğrafya
İşte şimdi hedefimiz, bu mübarek zatın ilk hocası ve aynı zamanda muhterem pederi olan Halife Mustafa Efendi hazretlerinin medfun bulunduğu köy. Yolumuz çok uzun değil, 68 kilometrelik ve bir saatlik bir güzergâh var önümüzde.
Etrafı seyrederken, coğrafyanın zorluğu ve yıllar boyunca çekilen çileler aklımıza düştü. Yollar düzelmiş, etraf biraz canlanmış ama yapılacak daha çok iş var. Sağlı sollu, ekilmeyi bekleyen bomboş araziler. Çiftçilik yapmak istemiyorsan göz alabildiğince arazilerde hayvancılık yapmak işten bile değil. Ancak terör belası bükmüş bu coğrafyanın belini.
İlk Osmanlı Rus harbi sebebiyle darbe yemiş mübarek topraklar. Sonra II. Abdülhamid Han’ın tahta çıkmasıyla özel ilgiye mazhar olmuş ancak tahttan indirilmesiyle çile yeniden başlamış. Coğrafyanın gücünden korkan ittihatçıların hışmına uğramışlar. Sonrasında ise ardı arkası kesilmeyen harp yılları. I. Cihan Harbi yıllarından işgalci ülkelere bir de Ermeniler eklenmiş. Mücadele etmişler, yılmamışlar ve yıkılmamışlar. Ülke düşmandan kurtulmuş, selamete çıkmış ancak çileleri bitmemiş. Bu sefer de bölgedeki toprak sahibi ağalar ve onların halk üzerindeki nüfuzları birilerini rahatsız etmiş. Kesif bir baskı süreci derken halk yorgun düşmüş. Bunu fırsat bilen dış mihraklar, mal bulmuş mağribi gibi saldırıp, milliyetçilik çığırtkanlıkları ile teröre boğmuşlar, bir zamanlar hafızların sesiyle bereketlenen toprakları. Netice olarak, on yıllardır devam eden terör belası ortaya çıkmış.
Halkın huzurunun ve refahının teminatı olan askerimiz
Çok şükür son yıllarda devletimizin ve askerimizin basiretli hamleleri neticesinde halk bir nebze de olsa huzura kavuşmuş. Yapılan yardımlar ve teşviklerle bölge adeta şaha kalkmış. Elbette yılların yorgunu olan coğrafya bir anda toparlanamaz. Kimi bölgelerde ufak da olsa çiftçilik ve hayvancılık başlamış. İnşaallah bu durum devam eder ve bölge halkı hasret olduğu huzura artık kavuşur.
Bu düşünceler içinde ilerlerken halkın huzurunun, refahının ve can güvenliğinin teminatı olan, canını vermeye hazır, dosta güven, düşmana korku veren çakı gibi civanmert askerlerimiz, Yüksekova kavşağında karşılıyor bizi. Kısa bir kimlik kontrolü ve ziyaret amacımızı anlattıktan sonra kendilerine Allahaısmarladık deyip yolumuza devam ediyoruz. Yürekleri pırpır olan anaların yiğit evlatlarını Allahü tealaya ısmarlayıp, arkalarından her türlü tehlikelerden muhafazaları ve muzafferiyetleri için dua etmeyi de unutmuyoruz.
Suüstü Köyü ve Halife Mustafa Efendi
Yüksekova kavşağına gelmeden önce uzunca bir müddet sağı solu geniş arazilerle kaplı olan yolumuz, ilk önce tepeler, sonra da keskin dağlar ile çevrilmişti. Arabamızı Yüksekova cihetine çevirip, Çataksuyu Çayı’nı ve Yeniköprü mevkiini geçtikten sonra, insanın içini sıkan o darboğaz yerini tekrar geniş arazilere bırakıyor.
Biraz ilerledikten sonra sanki sıcak havaya inat dağların tepesinde hâlâ varlığını muhafaza eden kar birikintilerini görüntülemek için duruyoruz. Yol arkadaşımız Seyyah-ı Fakir, Raşit Ağzıkara kardeşim için bulunmaz bir manzara. Çıkıyor kameralar, kuruluyor tripodlar ve başlıyor çekim. İlk önce bir anons, sonrasında ise bol bol manzara detayı. Muhteşem bir tabiat adeta bize poz veriyor. Fakat yolumuz uzun, durağımız ise çok. Sait Eken ağabeyimizin işaretleriyle tekrar arabalara binip yola revan oluyoruz. Çok gitmeden de Suüstü Köyü sapağı gözüküyor. Sağa sapıp, derenin üzerinden geçiyoruz ve hafif tepelik olan köye varıyoruz.
Fazla vaktimiz olmadığı için hemen kabristanlığa gidiyoruz ve köylünün tarifiyle Halife Mustafa Efendi’nin kabrini buluveriyoruz. İçeriye girdikten sonra tepeye doğru çıktığımızda sol tarafta karşılıyor bizi mübarek. Kabir taşında Arabi harfler ile “Haza kabru Esseyyid Halife Mustafa …” yazıyor. Kabrin sağ baş tarafına geçip ellerimizi açıyor ve o mübareğin huzurunda, onun hürmetine yalvarmaya ve yakarmaya başlıyoruz. Sessizlik kaplıyor etrafı. Rüzgârın, yaprakların ve kıpırdayan dudaklardan dökülen fısıltıların haricinde çıt çıkmıyor.
Dualarımızı bitirdikten sonra bölgenin en kıymetlisine, en büyüğüne, bu toprakların manevi Sultanı’na doğru yolumuza koyuluyoruz. Şemdinli, Nehri’de buluşmak üzere.
Allahü teala şefaatlerine kavuştursun…
1 Yorum
Dünyada bir sürü terzi sarraf eczacı doktor asker tüccar vardır işleri o dur ama sizin işiniz nedir yaa ne güzel ne güzel nasıl bir seçilmişlik bu nasıl bir nimet bu.büyük nasip Allah ü Teala ne güzel bir iş İhsan etmiş sizlere ki dostlarını anlatıyorsunuz beyoğlunda taksimde bebekte artist peşinde koşabilirdiniz de yaaa ne büyük nimet inşallah kıymetini bilmeye devam edersiniz dualarınızı istirham ederiz ailecek