Hasan Sezai Hazretleri İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi Hasan bin Ali, mahlası Sezâî’dir. Tasavvufta Gülşenî yoluna mensûb idi. 1669 yılında günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan Gördes’te doğdu. 1738 senesinde Edirne’de vefât etti. Kendi ismi ile anılan dergâhının bahçesinde defnedildi.
Hasan Sezai Hazretleri, on sekiz yaşında Venedikliler o beldeyi istilâ etmesiyle İstanbul’a geldi. Yolculuk esnâsında, Halvetiyye yolunun büyüklerinden biri ile tanışıp sohbetinde bulundu. Zâhirî güzelliğe sâhib olduğu gibi, edeb ve ahlâkının fevkalâde olmasıyla, bâtınî güzelliğe, kalb ve rûh temizliğine sâhib idi. Bu sebeple de anlayış ve istidâdı pek çoktu.
İstanbul’dan Edirne’ye geçen Hasan Sezai Hazretleri âlimlerden zâhirî ilimleri tahsîl ederken, kendisini tasavvuf yolunda yetiştirecek bir rehber de aradı. Bu sırada rüyada gördüğü bir işâret üzerine, Âşık Mûsâ Dergâhında bulunan Sırrî Efendiye talebe olup hizmetinde bulundu. Onun vefâtından sonra onun yerine geçen La’lî Fenâî Efendiye bağlandı. Fenai Efendi, Şeyh Şücâ’ Zâviyesinde talebe yetiştirmekle meşgûl idi. Hasan Sezâî Hazretlerine de dergâhın icârlarını toplama vazifesi ifa etti. Sonra buradan mezun olup, Gülşenî Veli Dede Dergâhının şeyhi oldu. Altı ay sonra hocası La’lî Efendi’nin halîfesi olan Hamdi Efendi vefât etti. Bunun üzerine onun yerine geçti.
Hasan Sezai Hazretleri’nin Düşen Dişi Mihraba Saplantı
Hasan Sezâî Hazretleri bir gün sohbet ederken hocası La’lî Efendinin vefât ettiğini anlayıp, şiddetli üzüntüye kapıldı ve kendinden geçerek yere düştü ve çarpmanın şiddetiyle bir dişi kırıldı ve tahtaya saplandı. Eskiden bu diş, mihrâbın sağ tarafında bulunmakta ve ziyâret edilebilmektedir. Fakat yakın zamanda yapılan restorasyon sebebiyle şu anda yerinde bulunmamaktadır. Bir ara İstanbul’a gelmişti. Edirne’de ismi duyulmuş olduğundan, birçok kimse onu görmeyi arzu etti. Fakat o, tevâzusunun çokluğundan, gâyet sâkin idi. Bâzılarının kalbine onunla ilgili şüphe düştü. O gece o kimselerin hepsi, rüyâlarında, Resûlullah efendimizi ziyâret için Medîne-i münevvereye gittiklerinde, kapıda Hasan Sezâî Hazretlerinin bulunduğunu ve girebilmek için onun yardımı gerektiğini gördüler. Ertesi gün birbirlerine anlattıklarında, hepsinin aynı rüyâyı gördüklerini farkettiler.Böylece Hasan Sezâî hazretlerinin, Resûlullah efendimizin vârisi olduğunu yakinen anlamış oldular ve tövbe ettiler.
Hasan Sezai Hazretleri, önce İstanbul’a oradan da Edirne’ye geldi. Burada kendini zahiri ilimlerde ve tasavvuf yolunda yetiştirecek bir hoca aradı. İlk önce Sırrı Efendi’ye vefatı sonrasında ise yerine gecen La’li efendiye bağlandı. Sonra buradan mezun olup Gülşeni Veli Dede Dergahının şeyhi oldu. Ancak kısa bir süre sonra hoca La’li efendi vefat edince onun yerine geçti. Gülşeni yoluna intisab etmişti. Bu sebeple bir müddet sonra Mısır’a gitti. Kâhire’de, Gülşenî Dergâhında vazîfe yapan İbrâhim Çelebi tarafından, Gülşenî tarîkatinde ikinci pîr oldu.
Hasan Sezai Hazretleri, gâyet kibâr, asîl ve heybet sâhibi, iyi ahlâklı, çok zekî ve yakışıklı bir zât idi. Edirne’deki dergâhında 53 sene talebe yetiştirdi. Talebelerinin sayısının beş yüz bini bulduğu ve bunların yiyip içmelerinin bizzat kendisi tarafından karşılandığı bilinmektedir. İlme çok hizmet etti.
“Biraz Eylenip Seyrane Geldik”
Dergâhın yanında bir sebzeci dükkanı vardı. Bir gün talebeleri ile sohbet ederken o dükkana bakarak şu şiiri söyledi:
Derd ile dâim yanmakta bu dil
Aşkın nârına olmuşlar fitil
Pervâne-sıfat olmaya vâsıl
Şem’-i cemâle sûzana geldik.
Cismimiz bunda, canımız onda
Gevherimizin aslı ol kânda
Sezâî, şimdi biz bu dükkanda
Biraz eylenip seyrâne geldik.
Talebeleri önce bu sözlerin hikmetini anlayamamışlardı. Ancak çok geçmeden dükkanın yeri satın alınarak dergâha ilâve olundu ve Sezâî Efendi vefât edince o yere defnolundu. Yerine oğlu Muhammed Sâdık Efendi geçti. Bundan sonra gelen torunları da, asırlar boyunca ilme hizmet etmişler, Edirne’de ilim ve feyz kaynağı olmuşlardır. Hasan Sezâî hazretlerinin çok kerâmetleri görüldüğü gibi vefâtından sonra da böyle fevkalâde hâlleri çok görülmüştür.
Vefâtından yüz sene kadar sonra, Kabrini su basmıştı. Dergâhın bulunduğu yerdeki câminin hatîbi rüyâda birkaç defâ îkâz olundu. Bunun üzerine, hürmetle ve hükümetin de mâlûmâtı olarak, tasavvuf ehli zâtların da huzûrunda, besmele ile kabir açıldı. Bu arada Hasan Sezâî’nin cesedi de göründü. Vefâtından sonra aradan yüz küsûr sene geçmiş olmasına rağmen, vücûdu eskisi gibi duruyordu. Kabirden alınıp yan tarafta bir odaya kondu. Oraya konulduğu anda etrafı çok güzel bir koku kapladı. Kabir tâmir edilip ve su basması önlendikten sonra tekrar aynı kabre defnolundu. Bu hâli gören ve duyanların muhabbet ve bağlılıkları daha da arttı.
Ehl-i Sünnet yolunun en mühim müdafilerindendi. Elli yılı aşkın süre Edirne’de talebe yetiştirip, halkı irşad etti ve . Böylelikle gülşeni yolunun ikinci piri oldu. Hasan Sezâî Efendi uzak bir yere gittiğinde oğullarına ve talebelerine yahut uzakta bulunan sevdiklerine mektuplar gönderir, onların dînin emir ve nehiylerini yerine getirmekte gayret ve şevklerini artırırdı. Hayattayken bir çok kerameti görülmüştür. Bu fevkalade haller, talebelerinin ve sevenlerinin ona karşı muhabbetini artırdığı gibi Müslüman olmayanların da İslamiyete karşı sevgisini artırmış ve neticede Müslüman olmalarına vesile olmuştur.
“Evlatlarım, Paranız Gelmek Üzeredir”
Zamânın Edirne valisi, adamlarından ikisine birer kese altın vererek; “Gidiniz. Bunların birini Güzelcebaba’daki dergâhın şeyhi Enis Dede’ye, diğerini de Bostanpazarı’ndaki Hasan Sezâî’ye veriniz.” dedi. Bunun üzerine vazifeliler Enis Dede’ye gelip parayı vermek istediler. Fakat Enis Dede; “Evlâdım, vâli paşaya selâmlarımı söyleyiniz. Biz bir şeyimiz kalmadığı zaman sâhib olduklarımıza bakarız ve Rabbimize şükrederek ne kadar çok nimete kavuştuğumuzu anlarız. Siz lütfen bunu muhtâc birine veriniz. O zaman ben de memnun olurum.” dedi. Bunun üzerine oradan ayrılan vazifeliler Hasan Sezai Hazretlerinin dergâhına doğru yola çıktılar.
Bu sırada Sezâî Efendi dergâhının esnafa olan borçları birikmiş olduğundan, bâzı esnaf, alacaklarını istemek üzere dergâha gelmişlerdi ve biraz sıkıntı çıkartıyorlardı. Fakat Hasan Sezai Hazretleri alacaklıları iltifât ile karşılıyarak; “Buyurunuz. Lütfen oturunuz. Paranız gelmek üzeredir.” dedi. Ancak Hasan Sezai Hazretleri yanında para olmadığını bilen talebeleri bu alacaklıların sıkıştırmasından, bu sebeple hocalarının zor durumda kalacağından dolayı üzgün idiler. Az sonra vâlinin adamları geldiler. Hasan Sezâî onları görünce; “Nerede kaldınız evlâtlarım. Bizleri beklettiniz. Şu altınları verin de alacaklıların hesaplarını kapatalım. Kendilerini bekletmeyelim.” dedi. Oradakiler Hasan Sezai hazretlerinin bu kerâmeti karşısında şaşa kaldılar. Hepsi onun talebesi oldular.
Hasan Sezai Hazretleri Vefatından Sonra da Feyz Vermeye Devam Etti
Vefat ettikten sonra onun kabrini ziyaret eden hal insanlar, bunu bizzat hissetmişler ve kendisinden sonrakilere miras olarak not etmişlerdir. Mesela Sefînet-ül-Evliyâ kitabının müellifi Hüseyin Vassâf Halvetî şöyle anlatır: “1906 senesinde Sezâî hazretlerinin türbesini ziyâret için Edirne’ye gitmiştim. Türbeyi ziyâret esnâsında duyduğum, hissettiğim mânevî haz pek yüksekti. Başucundaki taşın üzerine kutubluk alâmeti olmak üzere siyah bir sarık sarılmıştı. Bu ziyâretim mânevî bir hava içerisinde geçti.” Demektedir.
Bir dönem maalesef bu mübarek kişilerin kabirleri bilerek gözden düşürülmek istendi. Buna istinaden kabirlerin bakımları, temizliği ehil olmayan insanlara verildi ve adeta virane hale gelmişti. Hüseyin Vassaf Efendi, bu durumu yine bir ziyaretinde şöyle anlatmaktadır.
“Edirne’ye daha sonraları birkaç defâ gittim. Son ziyaretim 1922 senesinde oldu. Sezâî Efendinin güzel kokulu türbesini ziyâretle şereflendim. O sıralarda türbeye bakmakla vazifeli olanlar her nasılsa dünyâya düşkün kimseler olduğundan, onların alâkasızlığı ve lâkayd hâlleri sebebiyle türbe bakımsız hâldeydi. İçeriyi örümcek ve tozlar kaplamıştı. Cildleri bozulmuş, sahifeleri eskimiş Kur’ân-ı kerîmler de ortalıkta duruyordu. Bu duruma çok üzüldüm. Hattâ bir kimse içeriye kadar girmiş, sandukanın üzerinde örtülü bulunan değerli kumaşın yarısını keserek, götürüp satmıştı. Böyle yüksek bir zâtın türbesinin bu derece bakımsızlık içinde bulunması ne kadar acıydı. Mahallî vakıfların bozulması ve dergâha bakanların geçim derdine düşmeleri, türbeye hizmeti aksatmıştı. Hemen türbeyi temizlemek için teşebbüse geçtim. Allahü teâlânın izni ve yardımı ile türbeyi lâyık olduğu hâle getirdik.”
Uyuz Hastalığı ve Geyik Boynuzu
Hasan Sezâî Hazretleri zamânında, Edirne’de, kötü yola düşmüş bir kadın vardı. Bir zaman bu kadın hâlisâne olarak tövbe edip, eski hâlinden vazgeçti. Sâlih ameller işlemeye başladı. Fakat, uygunsuz kimseler tarafından tedirgin ediliyor, rahat bırakılmıyordu. Bu kadın Hasan Sezai Hazretlerine gelerek yardım istedi. O da kadına dergâhta kadınlara mahsus kısımda kalabileceğini bildirince, bir oda tahsis edilip, kadın orada kalmaya, ibâdet ve tâatla meşgûl olmaya başladı. Fakat boş durmayan fitneciler, Hasan Sezâî hakkında çirkin iftirâlar yaymaya başladılar. Hatta bununla da kalmayarak bir gece dergâhın kapısına geyik boynuzu astılar. Buna rağmen o ise bu sabrediyor bir şey demiyordu.
Geyik boynuzunu dergâhın içine aldırdı. Edirne günlerce bu dedikodularla çalkalandı. Bu şâyiânın yayılmasından az zaman sonra, Edirne’de müthiş bir uyuz hastalığı peydah oldu. Hasan Sezâî hakkında her kim iftirâ ve dedikodu etmiş ise ve her kim bu dedikoduları dinleyip kabûl etmiş ise, bu hastalığa yakalandı. Hastalık, bu sözlere adı karışmış olanlara yayılıyor, diğer insanlara bir şey olmuyordu. Hastalığa yakalananların bütün vücûtları yara bere içinde kaldı. Hiçbiri derdine çâre bulamadı.
Affı ve merhameti pekçok olan Hasan Sezâî hazretleri onların bu hastalık sebebiyle şiddetli acı ve sıkıntı çekmelerine dayanamadı. Mübârek kalbi tahammül edemeyip, bir gece kılık kıyâfetini değiştirerek çarşıya çıktı. Kahvelerden birine girdi. Hiç kimse onu tanıyamadı. Uyuz olanlara yaklaşarak; “Sizin derdinizin ilâcı Hasan Sezâî’dedir.” deyip oradan ayrıldı. Talebeleri hocalarını bu sözüne rağmen Edirne halkının fitneciler yüzünden bir ihtimal gelmeyeceklerini düşündüler. Ancak ertesi gün dergâhın önü ana-baba gününe döndü. Sürekli kaşınan ve uyuz olan Edirne halkı, çare bulmak için adeta Hasan Sezai Hazretleri’nin dergahına koştu. Hasan Sezai Hazretleri, gelenlerden herbirine, onların dergâhın kapısına astıkları geyik boynuzundan kazıyıp, toz hâlinde veriyordu. O tozu yarasına süren herkes Allahü teâlânın izni ile şifâ buldu. Bu arada herkes hatâsını anlayıp, yaptıkları iftirâ ve dedikodulara pişmân oldular, tövbe ettiler.
“Peki, Öyle Olsun Evlatlarım”
Bir gün içkiye mübtelâ olan bâzı gençler, torbalarına içki şişeleri koyarak, kıra içki içmeye gidiyorlardı. Giderken, Hasan Sezâî’nin dergâhının önünden geçmeleri îcâbetti. Sezâî Efendi onları görerek; “Evlâtlar, nereye gidiyorsunuz. Torbaların içindeki şişelerde ne var?” diye sordu. Bunun üzerine gençler, mûziplik olsun diye ve hâllerini gizlemek için gülerek; “Efendi baba! Kıra gezmeye gidiyoruz. Şişelerimizde de şerbet var.” dediler. Hasan Sezâî tebessüm edip; “Peki öyle olsun.” buyurdu. Gençler ayrılıp gittiler. Kıra vardıklarında sofralarını kurdular. Şişelerindeki içkiyi içmeye başladıklarında hepsi birden çok şaşırdı. Çünkü şişelerin içindeki içkilerin hepsi şerbet olmuştu. Sonra yolda Sezaî Efendi ile karşılaştıklarını ve konuşmalarını hatırladılar. O büyüğün kerâmeti olduğunu anlayıp, tövbe ettiler.
Hasan Sezai Hazretleri Evlatlarını ve Talebelerini Mektupla İrşad Ederdi
Oğluna yazdığı bir mektuptan bâzı kısımlar:
“Gözümün nûru evlâdım. Her hâlinle seni cenâb-ı Hakk’a emânet ettim. Kalb gözün açık olsun. Mahlûklara güzel ahlâk ile muâmele edesin. Bütün amellerin en güzeli, güzel huylu olmaktır. Dili tatlı olanın dostu çok olur, buyrulmuştur. Dâimâ insanların aybını gizle. Kimsenin aybını yüzüne vurma. Gadab ve kızgınlığını yenmeye çalış. İhtiyârlara karşı hürmet et. Bir fakir gördüğün zaman, gücün yettiği kadar elinde bulunandan yardımda bulun. Bunlara riâyet edersen ömrün uzun olur, Hak teâlâ her yerde seni azîz eder. Dâimâ affedici ol. Vasiyetlerimi tutarsan dünyâda rahat ve muhterem, âhirette de mükerrem olur ve rızâmı kazanırsın. Dâimâ îtikâdı düzgün, sâlih kimselerle birlikte bulun. Dünyâ fânîdir. Ne sana kalır ne de başkasına. Bâkî kalacak şey, Allahü teâlâ için olan muhabbettir.”
Başka bir talebesine yazdığı bir mektuptan:
“Allahü teâlâ mânevî nîmetlerden hisse almanı nasîb eylesin. Sakın ha. Dünyâ îtibârına aldanıp mânevî yükselmeden geri kalmayasın. Sûret ve görünüşe îtibâr etmeyesin. Çünkü görünüşteki îtibâr, olsa olsa su üzerinde meydana gelen dalgaya benzer. Su üzerindeki dalganın devamlı olması mümkün müdür ve ona bağlanıp kalmak akıl kârı mıdır? Hak teâlâ mânâ âlemimizi ihyâ eylesin. Bize hidâyet versin. Çeşitli yanlışlara düşerek, mâneviyâtımızın harâb olmasından Allahü teâlâya sığınırız.”
Hasan Sezai Hazretleri, 1738 senesinde Edirne’de vefât etti. Sevenleri, kendi ismi ile anılan dergâhının bahçesine defnettiler. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında bakımsız kalan türbe, bir müddet sonra mezbelelik bir hale düştü. Daha sonra, özellikle son yirmi yılda yetkililerin gayretleriyle restore edildi. Türbesi Edirne’nin çokça ziyaret edilen yerlerindendir.
Hasan Sezai Hazretleri Videoları
Dergahın Kapısına Geyik Boynuzu Astılar | Hasan Sezai Hazretleri
Altın Kesesini Görenler Pişman Oldular | Hasan Sezai Hazretleri
Öyle Olsun Deyince Şarap Şerbet Oldu | Hasan Sezai Hazretleri
Kabrini Bilerek Gözden Düşürdüler | Hasan Sezai Hazretleri
Biraz Eğlenip Seyrane Geldik | Hasan Sezai Hazretleri
Foto Galeri







